Geçen gün ilginç bir makale okudum, Popular Science kaynaklıymış sanırım ama pek çok blog ve gazetede de yayımlanmış. Haber otizm oranıyla ilgili, 5 yıl önce dünyada her 130 bebekten birinde otizm görülürken 2012 yılında bu ordan 88’de 1’e, bir sonraki yıl da 68’de 1’e yükselmiş. Bu oranlar otizmin ne olduğunu adam gibi öğrenince gerçekten düşündürüyor insanı, bir Orwell’liğe, bir Huxley’liğe büründürüyor.
Otizmin ne olduğunu Google benden daha iyi bilir ama kısaca iletişim bozukluğu, dikkat eksikliği veya takıntı sahiplenme gibi zihinsel süreçlerde gelişim yavaşlığı veya farklılığı yaşayan, çocuklukta başlayan bir rahatsızlık diyebiliriz. Otizmin pek çok çeşidi ve derecesi var, bugün otizm ile ilgili bir belgesel izlediğinizde derdini gayet güzel anlatan otistik çocuklar görebiliyorsunuz, ama o klasik bildiğimiz konuşmayan etmeyen gözünüze bakmayan ve dönen objeleri izleyip her şeyi tek sıra halinde sıraya koyma takıntısı olan daha farklı boyutları da var. Fakat aslında otizmle ilgili bilmemiz gereken bir diğer şey de aslında otizmin beynin aynı anda normal bir insandan daha fazla farklı şeyi algılamasına ve bundan dolayı huzursuzluk, iletişimden kaçma ve dikkat bozukluğuna yol açtığı.
Yani otizmi öyle bir ‘anormallik’ veya ‘engel’ diye kestirip atamayız. Bazı otistikler, diğerlerinden çok daha yaratıcı, bazıları gerçekten Rain Man gibi öğrendiği her şeyi otomatik kaydet tuşuyla saklayabiliyor veya matematik, resim gibi alanlarda algılarının genişliği diğer insanları kendilerine hayran bırakacak şeyler yapmalarını sağlıyor. Kendileri bundan memnun mudur bilinmez ama otizmin aslında kendi fonksyionunu zorlayan, veya daha komplike çalışan bir beyin sonucu çevresindeki sosyal hayat normlarına uygun davranamayan bir birey topluluğunu da kapsadığını bilmek gerekiyor.
Şimdi bir düşünüyorum da, bundan yüz hatta çok değil elli yıl önce bugün olduğu gibi orta sınıf bir Türk ailesinde doğan bir kız çocuğu olsam bugün öğrendiklerimden, deneyimleridklerimden çok daha azını; etrafımdaki sonsuz kaynağı tüketme dürtüsünden çok daha hafifini hissederdim. Bugün dünya ayağınızın altında, bilgi parmaklarınızın ucunda, eğer gerçekten ararsanız fırsat hemen kapınızın dışında. Yarışa yetişebilmek için insanın kendisini daha da ve daha da iyisi için zorlaması, şartlaması, oyunun içinde tutması gerekiyor. Bu hırslı olmak veya öğrencilikte/iş hayatında olmakla ilgili değil. Bu her alanda. Bugün elli yaşındaki ev hanımı Nermin Teyze de akıllı telefon nereden fotoğraf çekermiş, kaçırılan dizinin yeni bölümleri nasıl televizyona kaydedilirmiş, gün arkadaşlarıyla toplanılıp Karadeniz gezilerine hangi acentelerden gidilirmiş bunları öğrenmek, takip etmek ve hayatında haz alabileceği birden fazla kalemi maksimize etmek durumunda. Eskiden başka zorluklar vardı, artık başkaları var evet ama yıllar geçtikçe insanın beynini, zihnini ve düşüncelerini daha da çok zorlamasını gerektiren bir hayat düzeninin içinde yaşıyoruz, ekonomiden eğitime her şeyi bu hayat düzenini sürdürmek hedefiyle kurguluyoruz.
Hal böyle olunca bu teoriler insanı düşündürüyor. Teknoloji ve ekonomi geliştikçe yaşanılan yerler değişti, komşuluk öldü, insanlar bireysel hayata döndü diyoruz, rakebet çok insanlar dostluktan çok menfaate düştü diyoruz, işkolik olmak gibi bir furyayla karşı karşıyayız, çocuklar on yıl önce yaşanılan çocuklukla alakası olmayan test kitabı ve telefon oyunlarıyla harmanlanmış suni ve sanal amaçlara yönelik bir fanus içinde büyüyor. On yıl öncesinden çok daha hızlı bir gelişime ayak uydurmaya çalışıyoruz, on yıl sonra gelenler bundan çok daha hızlısına ayak uydurmaya çalışacak. Zamanla bunun kazanılan bir alışkanlık olduğunu, nesiller boyunca hadi aslanım diye şekerle beslenip dört nala kamçılanan beyinlerimizin sonraki nesilde doğuştan bir yarış atı olmaya zorlanmış, bundan dolayı da bazı ‘insani’ değerlerinden feragat edip algoritmalar içinde kaybolmuş bir hal almasını hayal etmek çok da zor değil. Kaldı ki aslında bundan dolayı ’insani’ diye tanımlanan şeylerin, beklentilerin ve kimin normal kimin anormal olduğunun da gelecek yüzyılda çok daha farklı olacağını tahmin etmek işten bile değil.
Aslında böyle düz mantık kurmanın da bazı sakıncaları var. Bugün aslında insanın sanal ortamda kendini pazarlamaya çalışma yarışması sanki sosyal becerilerin gerilemekten çok yarışır olacağı bir dünyaya işaret ediyor gibi. Aynı şekilde bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olması aslında bilginin değerini ve öğrenmenin motivasyonunu da olumsuz etkiliyor.
Ama günün sonunda bilimin ortaya koyduğu veriler daima hipotezlerden bir adım öndedir. Otizm kötü bir şey ve insan ırkının sonu geliyor gibi bir iddiam da yok, hatta belki de bu gerçekten bir evrim ve otistik beynin algı kapasitesine her insanın ulaşması aslında bizim bugün fantezi dünyasında kurabileceğimiz bir şey. Her ne olursa olsun, yıllar geçtikçe artan bir oranla karşı karşıyayız. En azından kayıtsız kalmayıp ya otizme olan bakış açısını değiştirmek ya da bilgi kirliliğinde bilrek el yordamıyla kendimizi biraz geriye çekip daha yavaş ve sadeleşmiş hayatlar sürmeliyiz. İkincisinin yazarken dahi ne kadar zor geldiğinin farkındayım.
Güzel günler olsun.
Bengüsu
No Comments / Yorum Bulunmuyor