“İnsan memleketini neden sever ? Başka çaresi yoktur da ondan. Ama biz biliriz ki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir.”
Türk sinemasına damgasını vuran Vizontele filminden bu güzel replikler. Tabi ben küçükken izlediğimde neler düşündüm, kimlerin kalbinde ne kapılar çaldı bu söz bilmem. Büyüdükçe problemler artar derler, aslında problemler aynı kalır ama bizim bakış açımızdır büyüyen, orası ayrı bir dava. Ama şurası bir gerçek ki bu ülkede mutlu olmak, bu ülkede yaşama motivasyonunu korumak her geçen gün daha zor.
Burada milliyetçilik propogandası yapmayacağım. Evet, her geçen gün kötü şeyler oluyor bu ülkede. Cinayetler deseniz en vahşileri, siyaset deseniz öyle gergin bir tel ki çıkan her ses baş ağrıtıyor, işsizliğini vesayiresini de saymayayım şimdi. Ve evet, bunların konuşulması da gerekiyor. Her şeyi kibrit alevi gibi ilk çıktığında bağıra bağıra söyleyip iki gün haberlerde görmeyince unutsak da –evet, istisnasız her şeyi- konuşulması en azından biraz bilinçleri şekillendiriyor. Ama insan hep böyle olumsuzluklara çevirmek istemiyor aslında gözlerini. Olumsuz düşünüyor, nefretle doluyorsak bazen de kendimizi hayattan soğutacak boyutlara varıyor iş.
Yandaş diyelim, amatör diyelim, bu ülkede medya işini biliyor bence. Dünyanın her yerinde durum benzer, kabul ama öyle olumsuz ki her şey, öyle problematik ki insan bir şeylere tepki gösterdikten sonra kendi doğruları için savaşmaya güç, umut dahi bulamıyor. “Bu ülke için mi” çalışacağım diyor, “oy verecek bir parti dahi yokken” diyerek fikirlerini büyütmekten vazgeçen gençler, “burada benim için gelecek yok, çekip gideceğim.” diyor. Ben bu ülkede beyin göçü olmasın, atalarımızın emaneti cart curt demeyeceğim. Hatta ne olursa olsun artık bu ülkeye, ama şunu inkar edemeyiz ki burası bizim vatanımız, memleketimiz. İnsan memleketini neden sever? Başka çaresi yoktur da ondan. İstese de istemese de aklına düşer, çocukluğunu hatıralarını besler büyütür, hani kan çeker derler ya, öyle doğrudur ki. İşte insan zaten bu kadar üzülüyor, bu kadar geriliyor, bu kadar umutsuzluğa düşüyorsa içten içe mutlu olmak, içten içe geleceğe umutla bakmak, içten içe bu ülkede güzel bir gelecek yaşamak için uğraşmak güdüsünden geliyor.
Bugün haberleri açtım. Bir saat izledim. Elli beş dakika boyunca birbirinden kötü felaketler: terör saldırısının akıbeti, birbirine laf söyleyip üzerine yürüyen devlet ‘büyüklerimiz’, yayaların üzerine dalan otobüs, kimin bankasını nasıl iflas ettiririzler…Sonra bir baktım, günlerdir ağlayıp sızladığımız Özgecan’a dair tek bir haber yok. Neden olsun ki zaten? Üzüldük ve bitti değil mi? Bilinçlenmeyi boşverelim,ne yapabilirizi boşverelim, önümüze bakalım artık, üzülecek ve kafa yoracak daha çok malzeme var. Sonra sadece beş dakikalık bir haber çıkıverdi karşıma. Türkiye’de sosyal girişimciler zirvesi olmuş. Gönüllü girişimciler Afrika’da insanlara telefon üzerinden göz numarası muayenesi yapma, çok düşük maliyetli protez kol takma projesi yapmış. Kore’de elini yıkama alışkanlığı kazanamayan çocuklar hasta olmasın diye dokunmatik temizleyicler hazıralnmış. Bu güzel işleri yapan vatandaşlarımıza mikrofornu uzattılar, hepsi öyle mutlu öyle gururlu ki yaptıklarıyla. Bir an ben de dedim ki, “vay be” dedim. “Bu ülkede de düzgün bir şeyler yapan, gelecek vaat eden, aklı fikri güzel insanlar var. Kim bilir daha kaç tane.” O an biraz olsun umut doldu içime. Normalde sinirle ve sitemle televizyonu kapatıp kafa dağıtmaya uğraşacağıma oturdum araştırdım bu adamları, bunlarla ilgili başka neler yapılabilir onları düşündüm. Diyeceğim o ki aslında her şeyin bize sunuş şekli öyle yaralayıcı, öyle tetikleyici ki sonunda ne bir şey elde edebiliyoruz ne de huzur bulabiliyoruz.
Günler boyu canice öldürülen masum bir genç kızı konuştuk. Üzüldük, ağladık. Sonuç? Bu ülkede illerde toplanan kadın kollarının organizasyonları kaç kere taşındı haberlere? Her türlü şiddete maruz kalan kadının sığınabileceği ve yardım isteyebileceği yerler en ön sıradan duyuruldu mu ? Feminizm hareketini araştıran akademisyenlerle konuşuldu mu bu durum uzun uzun? Yıkıcı, üzücü söylemler dışında yapıcı tek bir şey var mıydı ekranlarda, gazetelerde, internette? HAYIR.
İşte o yüzden bugün bir gün önce bağırdıkları şeyi ertesi gün çöpe atıveriyorlar. O yüzden biz üzüldüğümüzle, haksızlığa uğrayan da mağduriyetiyle kalakalıyor. Böyle lanet bir ülkede kim bir şey yapmak istesin ki, öyle değil mi? Ama aslında biraz daha yapıcı şeyler de getirseler ekrana, biraz daha umudumuz olsa bir şeyler değiştirmek için. Böyle sosyal projeler olduğunu daha çok görsem, haberim olduğu için ben de katılsam, bir yıl sonra şiddetin önüne daha çok geçilse. Veya nerede hangi seminerler olmuş, tekrar ne zaman olur, ben buradan ne öğrenebilirim onun peşine düşsem de böyle berbat şeyler olmadan önce bunun bilinç mücadelesini verebilsem?
Bu kadar eğitim seviyesi yüksek de gelmesin önerilerimin. Gerçekten diyorum, gerçekten bir saatlik haberi ikiye bölsek ve yarısında pozitif haberler olsa sadece. Bilmem neredeki anaokulunda çocukların yaptıkları işler anlatılsa mesela, ya da x ülkesinde adını duymadığımız bir sporda ödül alan atletimizin ismi öyle bir geçivermese de nasıl başlamış bu spora, nasıl başarılı olmuş, nasıl ilham verebilir herkese bunlar da konuşulsa. Sadece ağlayarak kızarak bir yere varamayacağımızı, bu ülkede aslında uğruna savaşılabilecek şeyler olduğunu görsek biraz daha. Bizim için de iyi olmaz mıydı ?
Bengüsu
No Comments / Yorum Bulunmuyor