Kadın hakları, yıllardır bombalar patlamadığı halde en çok can ve kan kaybedilmiş, en zorlu geçen, en destansı mücadelenin görüldüğü savaşlarla kazanılageldi. Hala süren bu savaşların öyle çok cephesi var ki. Ülkemizde de sıkça görülen kadına şiddetten tutun dünyanın her yerinde moda dünyasının ve medyanın kadın bedenini tek tipleştirmesine kadar pek çok sorun hala tartışılıyor, çözülmeye çalışılıyor. Feminist olsun, olmasın; radikal olsun, olmasın her kadın ve sağ olsunlar önemli bir bölüm erkek de bu haksızlıklarla başa çıkmaya uğraşıyor.
İstenilen düzeyde olmasa dahi kaydedilen gelişmeyi de görüp bundan motviasyon sağlamak lazım. Geriye dönülüp bakıldığında belki de en büyük gelişmeyi ekonomik alanda sağlamışız. İş sahalarına eşitlik getirmek anlamında bazen teşviklerle bazen iyi örneklerle kadın istihdamını, kadının her alana girmesini, yadırganan tabuların yıkılmasını başarmışız. Üst düzey yöneticilerde kadınların oranı, meclislerde kadın oranı gibi önemli yüzdeler istenen düzeyde olmasa da artış gösteriyor; kaldı ki hemşirelik, hosteslik, balerinlik gibi pek çok toplumca feminen bir maske takılan meslek alanlarında erkeklerin de sıkça rol alması; aynı şekilde doğum haklarının pek çok devletçe güvenceye alınması sayesinde başta seyahat gerektiren pozisyonlar olmak üzere kalifiye sektörlerde kadınların da epey sesini duyurması pek çok algının aslında zamanla ne kadar kendiliğinden değiştiğini, deneyimleme ile silinebildiğini göstermiş oldu.
Ancak aslında ekonominin bir kolunda aynı algının hala değiştirilmemesi, belki de kadına şiddet gibi en temel problemlerin kökeninde yatan; erkeğe üstünlük, kadına ise itaat ve hizmet etiketlerini yapıştıran toplum algılarının temelinde yatıyor. İstanbul Auto Show 2015, yazın başında pek çok araba meraklısına güzel bir deneyim sundu. Yurt dışındaki araba fuarlarının da haberlerini takip eden biri olarak bu fuarı biraz daha sönük bulsam da diğer fuarlardan hiç de geri kalmadığı bir nokta vardı: arabaların yanında duran görevlilerin neredeyse tamamının kadın olması. Bu sayede arabalara “alıcı gözü” ile bakan herkes aslında bir şov malzemesi görevindeki, amacı gülümseyerek ve bedenini sergileyerek göze güzel gelmek olan objeler olarak kadınları gördü karşılarında.
Daha başka? Bizim ülkemizde çok yaygın olmasa da dünyanın dört bir yanında spor müsabakalarında takımını destekleyen, seyircileri hareketlendirmek için dans gösterisi yapan, orijinali “cheerleaders” olan ve ülkemizde bilhassa basketbolda çok popülerleşen dans ekipleri var, az çok hepimiz görmüşüzdür. Aslında özellikle eğitim kurumlarının her iki cinsiyetten de dansçılar seçerek ne kadar güzel bir şov çıkarabildiklerini kanıtladığı bu sektörde özellikle ulusal turnuvalar, profesyonel ligler yalnızca ve yalnızca kadın dansçılar ile çalışmak konusunda fazlasıyla ısrarcı. Yani aslında ortada dans eden genç ve güzel kadınların, erkeklerin göz zevkini tatmin etmesi son derece önemliyken genç ve yakışıklı erkeklerin de kadınların göz zevkini tatmin etmesi gibi bir unsur bulunamayacağı algısı yerleşiyor zihnimize. Böylece yine kadın cinsiyeti olduğu gibi hizmet eden, memnun eden, şov malzemesi olarak kullanılan bir objeye dönüşmüş oluyor. Kaldı ki bu sektörlerin genelde erkek müşterilere hizmet etmesi aslında durumu daha kötü kılıyor, madem segmentasyona bu kadar inanıyorsunuz o zaman kadın müşterilerinizi yok saymış oluyorsunuz; öte yandan bu düzeni kabul edersek de kadının az önce bahsettiğim algısının erkeklerin zihninde pekişmesine de bu durumun katkısı bence yadsınamaz.
Bu örnekleri çoğaltmak o kadar kolay ki. Ancak buradan çıkınca iş moda dünyasının kadın ve erkek defilelerine biçtiği rollere, tüm yazılı ve görsel yayınlarda cinselliği erkek egemen sunup pompalayan medyaya kadar uzanıyor. Bunları tartışmak ise dünyanın bile yüz yılını aldığı için kısa kesmek en azından bu yazı için şart oluyor. Aslında özüne baktığınızda bu durum bir yerde kapital devlerle savaşa bile gidiyor. Çünkü erkek egemen bir dünyaya satış yapmak çok kolayken kimse topun ucuna geçip tepki çekecek, düşünce sorgulatacak bir şey yapma sorumluluğuna girmiyor. Kimse aslında kadınların şov materyali olmasının “yapılmış”, “kabul ettirilmiş” olduğunu belli etmek istemiyor. Çıplak bir kadın bedenine bakmak son derece normalken çıplak bir erkek bedenine bakan kadınların gözlerini kapamalarının beklendiği toplumlarda bu rolleri değiştirmenin para yapmayacağını hepsi biliyor.
Peki çözüm olarak ne yapabiliriz? Bu sorunları belirtip, lanet olsun deyip kaldığımız yerden günlük işlere devam etmenin faydası var mı ? Para toplayıp kadınlar için yılbaşında Victoria’s Male Secrets defilesi mi düzenleyelim? Toplum algıları hiçbir zaman öyle ha deyince değişmiyor. “Kaldı ki erkekler kadınları objeleştiriyor, kadınlar da erkekleri objeleştirsin.” demek de o kadar sağlıklı gelmiyor kulağa. Ama bir algıyı yenmek için eğitimin yanında deneyimi de katmadan hareket etmek olanaksız. Bir kitaptan okumak, bir resmi görmek hiçbir zaman yaşamanın ve gözlemlemenin yerini tutamaz. Küçüklerle başlayalım mesela. Spor müsabakalarında dans gösterileri hem kadın hem de erkek dansçıların olduğu ekiplerle yapılsın. Hatta zorunlu olsun bu, uluslararası spor heyetleri bu kuralı herkese getirsin, böylece takımlar da “kadın hakları için ehehehe” diye reklamını yapacakları, ağızlarının suyu aka aka takacakları bir toplumsal duyarlılık etiketi taşımış olsun.
Hostes kullanılan tüm şovlara, tüm organizasyon firmalarına getirilsin bu düzenleme. İnsanlar önce kanlı canlı görsün bu durumu, deneyimlesin. Örgü dergileri “hanımlaar” diye reklam yapmaktan vazgeçmeyecek, cinsel içerikli dergiler de erkek dergisi olarak yayın yapmayı bırakmayacaklar belki; bu sorunu biz oluşturmadık, biz de emir kuluyuz derken bir yere kadar da hakları var. Ama savaşların gölgesinde, hakaretlerin havada uçuştuğu bir siyaset ortmından cinsiyet mevzusunun, eğitim konuşulduğu bir ortama evrilebilirsek bunun için düzenlemelerin de masaya yatırılacağından; en azından bu yolda umut vaat ederek ilerleyen ülkelerin örnek alınarak yakalanmaya çalışılıacağından; sivil toplum örgütlerinin de bu problemlere eğilmek için daha fazla kaynak harcayabileceğinden umutluyum.
O zamana kadar verdiğim örneklerdeki gibi deneyimlenebilecek, ilk adım olabilecek işler için bilinç yaratmaya çalışalım. Her şeyden öte de çocuklarımızı yetiştirirken çocuk psikolojisiyle uzaktan yakından alakası olmayan normlara dayanarak “kadınlara biçilen ve erkeklere biçilen” roller biçmekten uzak duralım. Sorgusuz sualsiz; sevgi sözcükleri olduğunu, espriler olduğunu düşündüğümüz masum şakalarımızla bile erkek çocuklarımızı güçsüzlere dayılık taslayabilecek yırtıcı aslanlar, kız çocuklarımızı sevimli ve sessiz minik kediler olarak yetiştirmediğimizden emin olmak da bize düşen en büyük görevlerden.
Bengüsu
No Comments / Yorum Bulunmuyor