“God damn it, an entire generation pumping gas, waiting tables; slaves with white collars. Advertising has us chasing cars and clothes, working jobs we hate so we can buy shit we don’t need.”
Fight Club’ı bir jenerasyonun filmi, Taylor Durden’ı da aynı jenerasyonun bir numaralı kahramanı yapan repliklerden biri bence. Kısaca 21. yüzyılın en favori günah keçisine sövüyor, “Tüketim alışkanlığı” diyor, “Tüketim alışkanlığı yüzünden ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alıyoruz.”
Tüketim alışkanlığı deyince akla ilk gelen şirketler kuşkusuz FMCG (hızlı tüketim malları) devleri. Adı üstünde: al, hızlı tüket, bir daha al, bir daha hızlı tüket, onları alma, sadece beni al, hızlı tüket…
Unilever’in bir sunumuna katıldığımda şöyle demişlerdi : “Her gün 1 milyar eve giriyoruz.”
“Vay be!” demiştim ben de. “Şampuan, sabun olmasaydı ne yapardık gerçekten?” Düşüncesi bile korkunç. Dahası, yalnızca kafanızı temiz yapmakla kalmayıp kreatinin ile ultra güçlendiren yeni şampuanları çıktığında eski modellerini aldığınız için kendinizi suçlu hissettirebilirler. Öte yandan dağın başında bir arkadaş grubundan yalnızca sizin operatörünüz çekiyorsa “Turkcell, bir numara canım.” diyerek günün kahramanı olmayı başarabilen şirket isimleri varken hiçbir insana “P&G, bir numara canım. İyi ki İpana var, dişlere bak dişlere!” dedirtmeyi başaramadıkları halde sessiz sedasız 1 milyar eve girebilen, inanılmaz bir imparatorluk onlarınki.
Aynı imparatorluk yöntemini benimseyen şirketler yalnızca sabun ve dondurma kafası değil, öyle büyüyen bir tanesi var ki artık görüş ve algı alanımıza sığmaz oldu, muhtemelen bu yazıyı okumanız için de sizi ayağımıza kadar getiren çok sevgili abimiz Google’dan söz ediyorum.
Çocukken bir oyun oynardık, marka ismi olduğu halde ürün ismi gibi kullanılan kelime bulmaca. Çok eğlenceliydi, çünkü 10 tane falan saydıktan sonra tıkanırdık, 11. eleman hep patlardı. Neler yoktu ki: Selpak, Cif, Orkid, Uhu, Aspirin, Nescafe… 11. Eleman artık mutlu olabilir. Çünkü yalnızca internetten bir şeyin karşılığını bulmak anlamına gelen “Google’a yazmak” İngilizce’de de “Google it!” deyimi ile literatüre çoktan girmiş bulunuyor.
Google şeytanın icadı diyerek “nasıl da bilgilerimizi el aleme satıyorlar” gibi bir meraklı komşumuz Nebahat Teyze’lik yapmayacağım. Ama neyi eleştirirken neyi gözden kaçırdığımızın farkında olmamız gerekiyor.
Google artık internetle öyle bir et-tırnak ilişkisine girdi ki, hangi servisini kullanırsak kullanalım ayağımıza dolanan minik kardeşimizden bir su istemek gibi geliyor aldığımız hizmet. Çeviri mi gerekiyor, yol tarifi mi, makale mi lazım, reklam vereceksen bu tarafa, dosya mı yükleyeceksin, yoksa mail mi atacaksın, video mi izlemek istiyorsun, yoksa sadece resim mi lazım? Öyle doğadan ki Google kullanmak, artık bir uzvumuz oldu sanki. “Şampuan, sabun olmasaydı ne yapardık gerçekten?” Herhalde aklımıza ilk gelen şey Google’a sormak olurdu.
Peki sorun bunun neresinde? Dünya ayaklarımızın altında, sabahtan akşama kadar bilgilen, oku, izle, eğlen dur.
Bana sorarsanız sorun bunun hiçbir yerinde. Yeter ki şunun farkında olalım: Bugün dünya ekonomisi kapitalizm üzerine dayalıdır, evet, eşitlik olmayan, tüketim kültürünü yaratmış, sömürüyle büyümüş ve büyümesinin önü olmayan bir sistem. Ve evet, kusurlu. Büyükçe bir kusur da hızlı tüketim mallarının. Tüm o devler, makyaj malzemesinden kıyafetine, tavuk bulyonundan başın şeklini alan yastığına kadar hepsi ihtiyaç listesine kendini yazdırmış isimler.
Ama insanlığın umudu ve gurur kaynağı teknolojinin de bugün hızlı tüketim mallarından hiçbir geri kalır yanı yok.
Sözgelimi Taylor Durden aynı cümleyi tekrar kursaydı internet şirketlerine de sövmez miydi sizce? Onlar olmadan önce yemek tarifi bilmiyor muyduk, yol sormak için bir dükkana girmez miydik, yeminli tercümanlar öyle laf olsun diye mi yemin ederdi, babalarımız ödev yapmadan mı mezun oldu mesela?
Sözgelimi bugün internet yok olsa, 1970’lere kadar neredeyse 250.000 yıldır hayatta kalan insanoğlu, 40 senede evrim geçiremeyeceğine göre güllük gülistanlık devam eder miydi hayatına? Yoksa teknoloji evrimi de mi hızlandırdı artık ? Akciğer, kalp ve bir de Google mı lazım bize?
Önümüzde üç seçenek var:
1-Tüketim kültürüne sövmeye devam etmek, bunun yanında teknolojinin hayatımıza getirdiği nimetlerin sütten çıkmış ak kaşık değil en az diğer tüm zıttırı marka kot merakı gibi içimizde yer etmeyi başaran bir tüketim imparatorluğu olduğunu da kabul ederek önümüzdeki on yılların hayatımıza sokacağı yenilikleri buna göre analiz etmek.
2-Tüketim kültürüne sövmeyi bırakmak, bugün her türlü psikolojik ve ekonomik oyununa rağmen vazgeçemeyeceğimiz lükslerimizin ihtiyaca evrildiğini kabul ederek battı balık düz gider misali yaşamaya devam etmek.
3-Tüketim kültürüne zaten sövmüyor olmak, aslında bu konuda çok düşünmemek. Düşünmemeye devam etmek.
Bir seçenek daha var ki o da benim söylemek istediklerimi tam olarak söyleyememiş olmam. Çünkü ne yaparsam yapayım, teknoloji şirketlerine karşı sempatimi dizginleyemiyorum. Bu yazıyı yazarken de ileride çalışmak ister misin deseler parande atarak evet diye haykıracağım Google’a eleştirel bir bakış açışıyla bakarken içime yerleşmiş minnet duygusu söylemek istediklerime bir otosansür yapıştırdı, klavyede gezen parmaklarım bağlandı, dilim damağım kurudu.
Aralarda biraz mola verdim, kreatinin nasıl yazılır falan diye sordum Google’a mesela, öyle sonunu getirebildim.
Her şeye rağmen, Taylor Durden’ı hala seviyoruz.
Bengüsu
No Comments / Yorum Bulunmuyor