Çok değil bundan iki ay önce, Hollandalı arkadaşım Koen İstanbul’u ziyarete geldi (evet darbeden iki hafta sonra falan, Koen zaten bunların dilinde cesur gibi bir anlama geliyormuş). Müzikle epey ilgili olduğunu bildiğim için aldım onu Galata’dan İstiklal’e doğru uzanan Tünel sokaklarına (benim için nam-ı diğer Beyoğlu Müzikçiler) götürdüm. Öyle sağa sola bakarak ilerlerken dükkanlardan birine daldık, arkadaş davul çaldığı için direk darbukalara sarıldı tabi. Dükkandaki sıcakkanlı genç de hemen ilgilendi bizimle, tek tek ürünleri tanıtmayı bırakın bu ikisi birer darbuka alıp oturdular karşılıklı, başladılar çalmaya. Günün sonunda Koen taa Hollanda’ya taşımak üzere bir darbuka aldı. Benim hatırımda kalan bir diğer şey ise biz oradayken çıkagelen bir müşterinin sorduğu müzik aleti üzerine dükkandaki gencin “Hanımefendi bizde var ancak Çankaya Müzik’te daha iyisini bulursunuz, buradan yukarı giderken görürsünüz.” diyerek müşteriyi kendi ürünleriyle yağlayıp ballamaktansa başka bir dükkana yönlendirmesi olmuştu. “Hala kaldı mı böyle şeyler?” diyerek bu delikanlı müzikevinin bir kartını aldım, “Bir gün gelecek ve sizinle röportaj yapacağım efenim!” dedim. Gün, bugünmüş.
Sohbetimizi Tekinler Müzikevi’nde, İlker Tekin ile yapıyoruz. Kendisi beni ilk gördüğünde tanımadı tabi ki 😀 Hikayeyi hatırlattım ama kim bilir kaç turist geliyor her gün dükkana, yine hatırlamadı. Sonra okulumu söylediğimde “Haa, sen o çok iyi İngilizce konuşan kızsın!” diye hatırlayınca bir an kendimi sorguladım, acaba özentilik derecesinde aksanlı mı konuşmaya çalışıyorum diye. Zira Koen’la dükkana girip bir saat sonra çıkmak üzere olduğumuz bir an ben pat diye Türkçe konuşunca çok şaşırmıştı İlker Bey. Bu özentilik meselesini ben kendi içimde sorgulayadurayım, kendisi beni sonunda tanıyınca zevkle kabul etti biraz sohbet etmeyi, sonra başladı sorular:
“Tekinler olduğuna göre İlker Tekin tek başına değildir herhalde burada?”
Yok, biz dededen beri bu işle uğraşıyoruz. Ben 20 yıldır, babam 45 yıldır, dedem de 80 yaşında bir adam kendini bildi bileli enstrüman işindeyiz.
“Sadece yapıp satma mı yoka müzisyenlik de var mı?”
İkisi birbirinden ayrı olmaz zaten ama dedem daha ziyade imalatla uğraşmış. Babam, amcam ve ben hem müzisyenlik hem imalat yapıyoruz.
“Ne kadar zamandır bu dükkandasınız?”
25 seneyi doldurduk.
“İstanbul’da bu sokak hariç bu kadar konsantre bir müzik merkezi var mı? Rakip olacak diyelim?”
Rakip diyemem ama Unkapanı’nda da böyle müzikevleri var. Biz oraya Çin Pazarı deriz, zamanında Eski Plakçılar Çarşısı varken çok yoğundu ama şimdi biraz daha düşük bütçeli, düşük kaliteli enstrümanlar için tercih edilen bir yer oldu. Bazen sanatçılar geliyor, mesela bir reklam filminde sadece sahnede görünsün diye ucuz enstrüman bakıyor. Onlara Unkapanı’nı tavsiye edeiyoruz. Müzik yapmak için belli bir kalitenin üstü gerekiyor tabi, o müşteriler için İstanbul’da gelinecek yer burası.
Tam ben diğer soruya geçerken mağazada ürünlere bakınan bir müşteri kemanları işaret edip şu soruyu soruyor: “Bu 325 TL ile 200 TL olanın arasındaki fark ne?”
İlker Bey de şöyle güzel bir cevap veriyor: “1 liraya da domates var, 3 liaraya da, 5 liraya. Biri yerli, biri ithal, biri organik gibi düşünün. O baktığınız iki ürün de aynı fabrikadan çıkıyor ama biri yan ürün olarak üretiliyor. Aralarıdna devasa bir fark yok, daha doğrusu sizin göremeyeceğiniz bir fark var. Klavye rahatlığı, seste az bir fark var evet ama siz şu düzeyde fark edemezsiniz. O yüzden bir tık alt kaliteyle başlayın, görün bakalım hobi olarak devam edecek mi yoksa bir hevese mi çalacaksınuz. Duruma göre gelirsiniz, bir tık üst seviyeye geçersiniz.”
Müşteriden sonra ben hemen sorulara devam ediyorum.
“Sen nasıl girdin enstrüman işine?”
Babam ve ben İTÜ’den çalgı yapımı mezunuyuz. Dedemin zamanında yokmuş tabi öyle bölümler, o ustalardan yetişmiş. Ama Ali Osman Tiryaki, Agop, hatta Ragıp Akdeniz gibi vefat etmiş çok büyük ustaların çıraklığını yapmış zamanında. Sonra nesilden nesile bir kültür gibi geçmiş işte öyle. Şu anda da bayrak bende.
“Bu sokakta ne zamandır bu kadar yoğun peki müzikevleri; en büyük, en köklü olanları hangileri?”
Burada ilk müzik mağazası Cavcav Müzik’miş. Sezen Aksu’nun eski eşinin dükkanı varmış hatta ama devredilmiş, şimdi de akrabaları işletiyormuş, Laylaylom Müzik diye sokakta yukarıya doğru görürsünüz. İstanbul Müzik var, çok meşhur bir dükkan, Mustafa Abi işletiyor. Çok büyük, bilinen bir dükkan, eskiden sokağın yukarısındaydı ancak orada kira bedelleri artınca aşağı taşındılar. Biz mal sahibi olduğumuz için dayandık ama kiralar o kadar çok arttı ki bir sürü müzikevi kapandı bu sokakta. İstanbul Müzik gibi, başka yerde bulamayacağınız kadar çok ülkenin enstrümanını satan bir yer bile dayanamadı kira artışına, dükkan değiştirmek zorunda kaldı.
Bu sokağın bir kültür alanı olarak korunması, desteklenmesi söz konusu değil herhalde?
Hiç öyle bir girişim yok, hatta tam aksine her yer hediyelikçi dükkan olmaya başladı. Hatta onlar bile kapanıyor artık, yerine zincir mağazalar açılıyor.
Gün içinde daha çok yerli müşteriniz mi geliyor yoksa yabancı mı?
Valla gün günü tutmuyor ama bizim potansiyelimiz daha çok yabancı müşteri. İnanılmaz ilgi duyuyorlar, özellikle bağlamayı ve udu Turkish guitar diye çok beğeniyorlar. ( Tam o sırada birkaç yabancı turist hanımefendi giriveriyor mağazaya, Şekil 1a diye gülüyoruz.)
Yerli müşterilerin favori çalgıları neler?
Son zamanlarda didgeridoo (dijerido) çok popüler. Yani klasik gitar, ikinci sırada keman hala popüler elbette, özellikle gençler arasında. Ama son zamanlarda darbuka yerine djembe (cembe) dediğimiz vurmalı çalgı veya didgeridoo dediğimiz üflemeli çalgı ile ilgilenenler çok çıkıyor. Bu aletleri de Senegal’den getirtiyoruz.
Oralardan buraya gelene kadar ücretleri ne kadar oynuyor peki?
Oradan çıkışı çok komik bir para ama buraya gelene kadar vergisiydi, komisyonuydu iki üç kat artıyor. Şöyle söyleyeyim, 25 TL’ye Senegal’den çıkıyorsa buraya gelene kadar 50-75 TL oluyor.
Komik istekleri olan müşterileriniz oluyor mu hiç?
Valla inanmazsınız ama tavla zarı soran oldu, balon soran oldu, şemsiye soran oldu… Bazen kulaklık falan soruyorlar anlıyorum, müzikle ilgili sonuçta. Ama tavla zarını neye istinaden soruyorsun kardeşim? Bir ara not alıyorduk bakalım daha neler çıkacak diye ama bıraktık sonra 😀
Ben mağazanıza ilk geldiğimde size bir ürün soran müşteriyi başka mağzaya yönlendirmiştiniz. Vallahi çok etkilenmiştim, kaldı mı hala onlar, buraya özgü bir kardeşlik mi yoksa bu?
Biraz kültürle alakalı sanıyorum, biz nesilden nesile böyle gördük. Herkes de bir değil tabi, mesela burada firmaların hepsi bizim için bağlama konusunda en iyisi derler ama bazıları müşteriyi gönderir bazıları da göndermez. Tamamıyla kişinin enstrüman geleneğiyle, kültürüyle alakalı bir şey bu.
Siz bağlamada mı kralsınız yani 🙂 ?
İyiyiz diyeyim 🙂
Peki kurs veriyor musunuz yoksa sadece müzik aleti satışı mı?
Özel ders veriyoruz. Çok duyurmaya ihtiyacımız olmuyor, kendi müşterimiz genelde özel ders de istiyor zaten. Hatta o kadar yoğunuz ki kendimize ayıracak zamanımız kalmıyor artık.
Yurtdışında bu işlerle uğraşıp bu sokağa gelenler oluyor mu peki?
Oluyor tabi, olmaz mı? Almanya’da İsmet Topçu var mesela, çok meşhur bir müzisyen, ondan hızlı bağlama çalabilen neredeyse yoktur. Ona özel 15000 TL değerinde farklı enstrüman sesleri çıkartabilen, böyle pırlantalı, aslan başları olan epey çılgın bir şey yapmıştık J İsmet Küçük var mesela o da zamanında TRT’de çalışmış çok usta bir müzisyen. Ona da dört telli bir bağlama yapmıştık özel sipariş üzerine.
Çırak yetiştiriyor musunuz peki?
Deniyoruz ama olmuyor. Sabır ve emek gerektiren bir meslek bizimki. Aslında maddi kazancı da çok yüksek. Ama kimse artık sanat öğrenecek sabrı göstermek istemiyor, herkes hemen çok para kazanmak istiyor.
En çok enstrüman yapımından mı keyif alıyorsunuz, öğretmekten mi yoksa çalmaktan mı?
Benim için hepsinin tadı ayrı. Nasıl anlatsam, salatayla eti kıyaslamak gibi bir şey. İkisinin de lezzeti bambaşka.
Madem her bir koldan ilerleyeceksiniz, geleceğe dair planlarınız burayı sürdürmek öyleyse?
Valla benim hedefim burada kalmak, yaşlanıp bitene kadar burada işime devam etmeyi hedefliyorum.
Peki ya sokağa ne olacak?
Genelde otellerle dolacak buralar. Sanatçı, sanatkar yok denecek kadar az kalacak. Her şey internet üzerinden satılacak, çok uç noktalara gitmeye başladık bile zaten. Komşuluk deseniz o da gittikçe azalacak, esnafın tutunabilecek bir şeyi kalmayacak.
İnternet demişken, siz de kullanıyor musunuz yoksa biraz düşman mı belliyorsunuz interneti?
Kullanıyoruz tabi, düşman olarak görmüyoruz. Facebook sayfamız var, orada ürünlerimizin fotoğraflarını gösteriyoruz. Whatsapp’tan ulaşıyorlar, kısa videolar gönderiyoruz anında. Ama bunları genelde yurtdışındaki müşteriler için kullanıyoruz. Yerli müşterilerimiz sağ olsunlar geliyorlar, hatta Almanya’dan uçakla gelenden tutun Eskişehir’den trenle gelen müşterimiz bile var.
Valla ağzınıza sağlık İlker Bey, teşekkür ederim. Çok keyifli bir sohbet oldu benim için. Bitirmeden önce söylemek istediğiniz son bir şey daha var mı?
Ben teşekkür ederim. Ekleyecek bir şey gelmedi aklıma ama esnaflık kötüye giderken, büyük ustalar bir bir vefat ederken biz yine iyi dilekte bulunalım, umarım bu işi severek sürdürmek isteyenler çıkar diyelim.
No Comments / Yorum Bulunmuyor