Günlük hayatta Türkçe’ye özen göstermeyi destekleyen biri olarak Türkçe karşılığı olmayan, yerine ne koysanız dolmayan bazı çok önemli kavramların varlığının üzüntüsünü çekmekteyim. Bunlardan biri de psikolojinin temel konularından biri olan, gördüğümüzü anlamamızın ve bazen de aklımızdakini görmemizin en büyük sebebi: Perception
Translate amca perception için “algı” demiş. Ama ‘perception’ bence algıdan çok daha fazlası. Bir şeyi görmek istediğiniz gibi görmek ile gördüğünüzün sizi şekillendirmesi arasında ince bir çizgi ve aslında hayatımızın da büyük bir bölümü. Neden mi?
Bu günlerde kafayı Silikon Vadisi şirketlerine takmış durumdayım, bu kadar yaratıcılık kaynayan bir yerin çekici olmaması zaten imkansız. Saatlerce vadi haberlerini okuyor, vadi insanlarının röportajlarını izliyordum, nasıl olduysa tıklaya tıklaya hiç beklemediğim birinin röportajı çıktı karşıma: Priscilla Chan’in. Ya da Priscilla Chan Zuckerburg desem daha tanıdık olur belki. Silikon Vadisi’nin “iron throne”u Facebook’un kurucu CEO’su Mark Zuckerburg’ün müstakbel eşi oluyor kendileri.
Priscilla ile Harvard’da tanışmış Zuckerburg, Sosyal Ağ filmini izlediyseniz boşuna tekrar dönmeyin filme, ilişkileri bu filmde anlatılmıyor. Priscilla Chan’in anne babası Çin’den Amerika’ya göçmüş, zekası ve çalışkanlığı büyük olasılıkla hayli fazla olan bu tatlı hanımefendi Harvard tıp mezunu, idealistik bir pediatri doktoru. Röportajı izlerken dürüst olmak gerekirse Priscilla’ya imrenmemek imkansız geliyordu bana. Kişisel başarısı bile pek çok insanın rüyalarını süsleyecekken dünyanın ve teknoloji camiasının en popüler isimlerinden birinin kalbini çalmış olmanın ne kadar havalı olduğunu çok kişi inkar etmez sanıyorum. Ben bu düşüncelere dalmışken programın sunucusu Priscilla’ya içimdeki sese tercüman olarak “Silikon Vadisi’nin Kate Middleton’ı olarak tabir edilmesiyle” ilgili görüşlerini sorunca kendisi kaşlarını kaldırarak şöyle dedi: “Bu benim kendimi gördüğüm kişi değil, ben kendimi çocuklarla ve doktorlarla bir arada çalışarak öğrenme yolunda ilerleyen biri olarak görüyorum.”
O an fark ettim ki Priscilla gibi olmayı istemek ve Priscilla olmak arasında çok ama çok büyük fark vardı.
‘Perception’, zengin-fakir, yaşlı-genç ayırmadan her insanın doğasında olan ve hayat gayelerimizi üzerine kurduğumuz bir parçamız. Bugün hiçbirimizin hayatı uzaktan insanların bizi görünce yargıladığı gibi değil, hepsine “uzaktan öyle görünüyor.” “sen öyle san.” gibi cevaplarımız var, hepsinin ‘perception’ına yani. Aynı şekilde bizim perception’larımızdan yansıyan en berbat senaryolar da aslında o kadar kötü, en toz pembe senaryolar da aslında o kadar matah değil.
Peki bu sunduğum zavallı bilgi parçası hayatımızın neresinde kullanışlı olacak? İnsanlara özenmek kötü bir şey ve bundan nasıl sakınacağımıza dair bir erdem mi satmaya çalışıyorum? Ya da aslında daha fazlasını istemeyi kesip Buda felsefesini benimsemeye doğru bir yol mu çiziyorum? Anlatmak istediğim bunların hiçbiri değil. İnsanların hayatta bir sonraki güne devam edebilmesinin temeli “daha” bir şey olmaya dayanıyor: daha başarılı, daha mutlu, daha zengin, daha popüler, ailesiyle daha çok zaman geçirmiş, daha fazla ülke görmüş…Bunu istemekte hiçbir yanlış taraf yok fakat her biri uğraş isteyen bu ulvi amaçların yolunda boşuna ter dökmekte yanlış bir şeyler var. İstediğimiz sonuçların ve bu sonuçlara giden yolların yalnızca izdüşümleriyle karar vermeye çalışıyoruz. Bazen aslında tüm ayrıntılar karşımızdayken saklamayı seçiyor, bazen de ayrıntıları düşünmeden açgözlüce sonuca odaklanıyoruz. Çok zengin olmayı mı hedeflediniz? Size Rahmi Koç’un ağzından bizzat duyduğum bir şeyler söyleyeyim. Ona “Pek çok insan kafasını yastığa koyunca sizin sahip olduğunuz şeyleri hayal ediyor. Siz ne hayal ediyorsunuz?” diye sorunca “Hayatım boyunca isterdim ki kafama göre sırt çantamı alıp gezeyim. Şimdi açıp baksanız benim gelecek sene bu akşam kimle yemek yiyeceğim bile yazılıp çizilmiştir. Üzerimizde bunca insanın sorumluluğu var, ben her gece bu sorumluluğa layık olmayı düşünürüm.” demişti. Rahmi Koç gibi dünyayı yat ile gezmeyi hayal etmekte ayıp bir şey yok ama bu yolda karşımıza çıkan engellere söylenmekte, pes etmekte, risk almak ve eli taşın altına koymaya çekinmekte büyük sıkıntı var. Her şey bedeliyle gelir evet ama bu “perception” lar insanlar ile öyle bir güzel evrimleşmiş ki kendinizi hangi resme yakıştırmaya çalışırsanız çalıştırın renkleri en güzellerinden seçiyor, figürleri kusursuzca yanınıza çiziveriyor. Silikon Vadisi’nin Kate Middleton’ı olmak, uzaktan davulun sesi gibi kulağa hoş geliyor. Fakat Priscilla Chan önce bu gözü kara ve çalışkan insanlarla hayatını kesiştirecek yollara girebilmek için Harvard’a kabul edilmiş. Muhtemelen yine bu kararlı insanların beğenisini kazanacak şekilde komik ve zeki cevaplar vermeyi de her gün geliştirdiği entelektüel birikimine borçlu. Ve şimdi de dünyanın en genç milyardelerinden biri olmanın aklımıza getirdiği vur patlasın çal oynasın hayatı değil, buraya gelene kadar kat ettiğinin daha ötesindeki başarıları kovalıyor.
Önyargı, kişileri sınıflandırmak, negatif-pozitif enerji alma durumları ve Einstein’ın bir zamanlar gerizekalı sanılması perception’ın günlük ilişkilerimizdeki yansıması. Bunu aşmak için ne gibi yöntemler var daha araştırmam lazım sanırım, ben de hala yenebilmiş değilim çünkü. Ama olaylara karşı perception’ı yenmek pratiklenebilen, ruha son derece iyi gelen bir şey. Şimdi geleceğe dair planlarımı yaparken, insanları rol modeli alırken, kıskanırken veya küçümserken hayalimde can bulan ilk resme bağlı kalmıyorum, çünkü gerçeğin hiçbir zaman “tam da öyle” olmayacağını biliyorum. Bu biraz frenlemeye yol açıyor, biraz vazgeçmeye ama en güzeli insanın önünü görmesini sağlıyor. İnsanın nazı kendine çok geçer, kaprislerle beslenen perception’ı adam etmek belki de büyük filozofların, yeminli ve güleryüzlü keşişlerin en büyük erdemidir.
Şimdi literatürdeki onca”Dream on” kültürünün zıttı bir şeyler anlatmış gibi mi oldum? Hayır. Ben sadece bir kelime ekliyorum buraya, “Usturuplu dream on.” “Yalnızca gülü değil dikeni de dream on.”
Herkese terbiyeli perception’lar diliyorum 🙂
Bengüsu
Not: Bu yazıyı yazmamın akabinindeki gün Zuckerburg çiftinin bir kız bebek beklediğini okudum. Mark Zuckerburg kişisel hesabında bunu duyururken daha önce düşük yaşadıklarına fakat zorlukların ve güzelliklerin paylaşılmasının ne kadar önemli olduğuna dair güzel bir yazı paylaşmış. Kırk yıllık arkadaşlarımmış gibi bir sevinmedir aldı beni, en güzel dilekler onlarla olsun 🙂
No Comments / Yorum Bulunmuyor