Son günlerde internette epey dolanan, en son okuduğum habere göre Bilim ve Sanayi Bakanlığı tarafından bir bilim seti hediye alarak muhtemelen birkaç hafta içerisinde unutulacak olan meraklı yumurcağın videosu üzerine OECD tarafından bir süre önce açıklanan Ar-Ge raporuna değinmenin yerinde olacağını düşündüm. Bir şey değiştireceğinden değil ama, öylesine düşündüm işte.
Yazının sonundaki linkte tamamının yayınlandığı bir Webrazzi linki bulabileceğiniz rapordan kısaca bahsedecek olursak, OECD eğitimden sağlığa, teknolojiden refah seviyesine kadar üyesi olan ülkeler arasında araştırmalar ve raporlar düzenleyen uluslararası bir kuruluş. Bu üyelerin tamamı demokratik bir rejime (yer yer kağıt üzerinde) ve serbest ekonomiye sahip olarak nitelendirilirken biz kısaca birinci dünya ülkeleri ve Türkiye, Endonezya, Çek Cumhuriyeti gibi Asya’daki, Doğu Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeleri içerdiğini söyleyip geçebiliriz. Ar-Ge harcamaları ve bunları etkileyen faktörler üzerine hazılanan rapor, Türkiye’nin en girişimci üniversitesinin bir üyesi ve yeni kurulan tekno-parkların, girişim kuluçkalarının yakın takipçisi olarak beni de büyük hayal kırıklığına uğrattı . İşte gözüme en çok çarpan birkaç madde:
-Gayrisafi yurtiçi hasılamızın yalnızca %0,95’ini Ar-Ge için harcıyoruz. OECD ülkelerinin ortalaması ise %2,4 .
-Devletin özel sektör Ar-Ge’sini teşvik etmesinde ise 39 ülke arasında 29. sıradayız.
-Bilim alanında ileri araştırmaya katılma yani araştırma görevlisi olma, yüksek lisans yapma, kısacası akademiye ve araştırmaya gönül verme yüzdemiz ise %2,6 olan OECD ortalamasının epey altında, %1,1. Sıralamada ise 32 ülke arasında 26. yere sahibiz.
Bu tablo ne yazık ki ilerleyen bir ülkenin tablosu değil, Türkiye’de teknoloji ve girişim anlamında gelişme var ama belli ki ivmemiz yeterli değil. Bundan elli yıl önce uzaya giden insanları izliyor ve onlara yetişmeye çalışıyorduk, şimdi 3D yazıcıyla ilaç üreten ve sanal gerçeklik makineleriyle tenis oynayan bir dünyaya yetişmeye çalışıyoruz. Peki gerçekten önümüzdeki engel ne? Şunu çözsek tamamdır diyebileceğimiz bir şey var mı?
Bana sorarsanız bu sorunun cevabı talihsiz bir hayır.
Akla ilk gelen şey, zeki ve çalışkan milletimizin, sömürge imparatorluklarının mirasını yiyen ecnebilerden ‘maddi imkansızlıklardan’ dolayı geri kalması olabilir.
Diyelim ki bu işe ayıracak sonsuz paramız var. Yine başaramazdık. Çünkü biz senelerdir gazetecilerin vurulduğu, düşünce suçu adlı bir silahın bulunduğu, birbirini takip eden nesiller boyunca bir gün eve dönmeyip bir daha da haberinin alınamadığ gencecik ve okuyan evlatların anneleriyle dolu topraklarda büyüyoruz. Araştırmak ve geliştirmek için motivasyonumuz yok; çünkü televizyonlarda birbirinin ideolojilerine beş yaşında çocuklar gibi leke sürmeye çalışan, başkalarının hayatını dedikodu malzemesine çevirmeyi marifet bilen, yargılamak ve kınamak için büyük bir açlıkla etrafa saldıran insanlarla yaşıyoruz, onlardan biri olarak büyüyoruz. Yaratıcı ve ısrarcı düşünmeye kabiliyetimiz yok çünkü senelerdir yetiştiğimiz havaya ve suya bir çekince, bir korkaklık, bir güçsüzlük sinmiş durumda.
O zaman denklemi farklı kuralım, diyelim ki sonsuz bir yaratıcı fikir deryasında yüzen inançlı ve güçlü gençlerimiz var. Bu defa da ne yazık ki bal kabağını arabaya dönüştürecek sihirli değneği bulamıyoruz. Türkiye yıllardır yatırım sıralamalarında yükselen 16 ülke içindeki en riskli beş isim arasında, yerine çivi çakmış durumda seyrediyor. Yabancı sermaye ülkemize girmekten korkuyor, yerlisi elini taşın altına koymaktan çekiniyor. Cumhuriyet kurulalı demokrasi ve istikrarın bir arada tutunabildiği on yıllık bir süre bile görebilmiş değiliz. Siyasi istikrarsızlık bir yana, terörle yaşamayı öğrenmek zorunda kalan, daimi bir savaşın içinde kalmış, bu dört mevsim gören cennet topraklarda ilk insanlardan beri süregelen medeniyetin en zayıf halkası bir devlet olmanın bedelini ödüyoruz. Gerçekten de Ar-Ge’ye ayırabilecek paramız yok, var ise dahi neden kullanılmadığının peşine düşebilecek delikanlı bir hukuk sistemimiz yok.
İşin içinden böyle çıkamıyorsak bir güzellik yapalım, diyelim ki hem bu iş için sonsuz bir paramız hem de şu yaratıcı fikir deryasında yüzen inançlı ve güçlü gençlerimiz var. Bizden yine olmaz. Çünkü siyasetin bu kadar çalkantılı olmasının sebebi, zaten halkın ve günlük hayatın çalkantılı olması yüzünden. Birbiriyle problemlerini halledememiş, birbirine güvenmeyen, birbirini küçük gören hoşgörüsüz insanlardan oluşan bir toplumda yaşıyoruz. Birbirimize ve bu topraklara bağlılığımız, insanlardan ve ülkeden şikayetimiz dinmiyor. En parlak beyinlerimiz yurtdışına gidip paçayı kurtarma hayalleri içinde. Ve bunu değiştirecek mevcut hiçbir güç ve büyü bulunmamakta. Çünkü damarlarımızdaki asil kandan dolayı düşündüğümüz sonuna kadar doğrudur ve bizim gibi düşünmeyenler yüzünden bu lanet ülke yaşanılmaz bir yerdir.
Şimdi bir Hollywood filminde, klarnet ve darbuka ile çalan ağır ancak oynak ritmin altında, camilerin gölgesindeki Kapalı Çarşı’da yolda geçenlere bağıran satıcıların göründüğü bir sahne düşünelim. Bizi yardıma muhtaç olarak sınıflandıran, ‘oryantal’ diye isimlendiren, ötekileştiren ve ikinci, üçüncü sınıf ilan edenler o ‘gelişmiş ülkeler’, değil mi? Evet. Ve bunu yüz, iki yüz, üç yüz yıl önce yaptılar. Yerimizi çok beğenmiş olacağız ki hala yakıştırdıkları lakabı değiştirecek bir şey yapamadık.
Ben de yukarıda saydığım her şeyim.
Fikirlerimin arkasından gidecek cesaretim yok çünkü bırakın ekonomik kaygılar gütmeden bir şey yaratmak için yıllarımı harcamayı karşı çıktığım bir görüşe karşı şiddetsiz protesto hakkımı kullanmak istediğim zaman bile tazyikli sudan kaçan bir kalabalığa düşüp annemin kaygılı telefonları ile boğuşuyorum.
Çok param olsaydı Türkiye’de yapacağım tek yatırım ev almak olurdu çünkü her hükümetin göz boyamalık bir istihdam sağlamak için ‘inşaatlar alsın başını yürüsün, sokaktaki işsiz bu yıl tuğla taşısın’ politikası olacağı için bu ülkede inşaat ölmez. Kalanını da her gün öldürülen, dövülen kadınlar ve okuma imkanı bulamayan çocuklarla dolu olan bir ülkede teknoloji araştırıp geliştirme lüksüne kullanmaya vicdanım el vermezdi.
Ve evet, bu ülkede görüşlerine hoşgörü duymadığım, duyamadığım; cahil olduğuna değil cahilliğini kullanmayı marifet sanmasına kızdığım insanlar var. Ve evet, benim savunduğum görüşler ne kadar acımasız bir şekilde bastırılmaya çalışılıyorsa ben de soğukkanlılığımı koruyamayıp ‘oryantal damarımdan’ o derece acımasız bir küçük görme, güvensizlik ve nefretle bu ülkeyi yaşanılmaz kılan insanlardan şikayet ediyorum. Bundan kırk yıl önce doğsaydım yine böyle düşünecektim, herhalde kırk yıl sonra yine böyle hissedeceğim.
İşin kısası, bu ülkede çocuklar daha on yıllar boyunca bilim adamı olabilmek için değil bazı uluslararası bilmem ne birliklerinin standartlarına göre ve kendi toplumunun ‘öteki bir parçası’ olan, küçük görüldüğü grupların gözünde adam olabilmek için çalışacak.
İnşallah diyelim, her zaman dediğimiz gibi.
Bengüsu
http://webrazzi.com/2015/08/06/turkiye-ar-ge-harcamalari-oecd-listesi/
No Comments / Yorum Bulunmuyor