Bugünü yazmam gerekiyordu. Yazmasam deli olacaktım… 😊
Bilmeniz gereken tek şey, oldukça önemli bir iş toplantısı için 25 Şubat Pazartesi sabahı LOT havayolları ile Atatürk’ten Varşova’ya oradan da Krakow’a sabah 07.55’te uçuşum olduğu gerçeği. Bu gerçek sonra çok ilginç konseptlere bürünecek.
Pazar gece İstanbul’da havanın kötü ve hatta ertesi gün okulların tatil olması yüzünden yastığa kafamı sabahın 5’inde taksiye binmemi gerektiren uçağımın iptal olacağı lanetine inanarak koymuştum. Ne şom beyinliyim ki; sabah gözlerimi ovuşturarak banyoya giderken Atatürk Havalimanı’nın sitesinde hepsi hemen hemen zamanında, maksimum bir saat gecikme yemiş uçuşlar arasında benimkinin beş buçuk (evet, 330 dakika) gecikme yediğini görmek beni aslında pek şaşırtmadı. Klozette bir süre daha fazla oturup ne yapacağımı düşündüm. Sabahın köründe kalkmışken gitmemek olmazdı, en kötü ihtimalle orada bilgisayardan biraz iş güç toparlar; saat kaçla gönderiyorlarsa bir şekilde giderdim. Hem belki bir alternatif çıkardı? O sırada benim 07.55 uçağımdan yalnızca 5 dakika önce, THY’nin 07.50’deki nur topu gibi ve zamanında kalkacak Varşova uçuşunu gördüm. Belli ki hava durumundan dolayı değildi iptal, bir yolu bulunur diyerek atladım taksiye. Sonradan ne kadar da erken olduğu ortaya çıkacak bir saatte, birkaç aya sessizliğe kavuşacak bayram yeri Atatürk Havalima’nına kavuştum.
Her yer THY iken algıda seçicilik yapıp LOT’u bulmaktansa THY’nin satış ofisine koştum önce. Benim 6 saat geciken uçak, THY ve LOT ortak uçuşuydu, o yüzden 07.50’yi doğrudan bir alternatif olarak çıkardıklarına, sistemsel bir formalite falan olduğuna inandırmıştım kendimi durumun. Satış görevlisi güzel hanımefendi, benim biletimin LOT üzerinden kesildiğini ve o yüzden beni diğer uçuşa aktaramayacaklarını belirtti. Takside düşünmeye başladığım ikinci planı, yani şirketin turizm acentesinin mesai saatleri dışında farklı bir tarife üzerinden yazdığının altı çizilen telefon numarasını arayıp durumu anlattım. Telefondaki tatlı hanım beni LOT’un satış ofisine yönlendirirken sesli düşünüyor; seçenekleri değerlendiriyordum. LOT benim paramı iade etmek zorundaydı, ben de üstüne biraz koyup son dakika THY biletini alabilirdim. Peki ağzıma giren check-in sırasını yarıp yalnızca 1 saat 50 dakikası kalan uçağa yetişebilecek miydim?
Güzel talhimin bir sonucu olarak LOT ve THY satış ofisleri dikdörtgen terminal binasının güzide iki kısa kenarında konuşlanmıştı. Ben, 17 kiloluk valizim (Polonya’da kış, bir hafta…) ile LOT’ta aldım soluğu. Benim gibi ne yapacağını şaşırmış bir sıra insanı bekleyip Krakow bağlantılı uçuşumu da kaçıracağım için önceliklendirmek istediğimi belirttim. Soğukkanlı LOT satış görevlisi, birkaç opsiyonu değerlendirip benim ‘beklemekten başka hiç ama hiç bir çarem olmadığını; muhtemelen 16.40, zorlarsam 15.20’de Varşova’dan Krakow’a giden uçuşu yakalayabileceğimi’ belirtti. 07.50’deki uçuşta yer olmadığını, o yüzden beni oraya da alamayacağını söyledi.
Saat akşam 6’ya yaklaşırken, yani ilk günün ajandasının sonunda Krakow’a varmak dışında bir çözüm olamaz mı diye düşünüyor, benimkinden sadece 5 dakika önce kalkan uçuşun dolu olduğuna da içten içe inanmıyordum. Nasıl olsa bekleyeceğim diye son bir çare tekrar öbür uca, THY satış ofisine gittim. Bu defa uykulu bir genç, uçağı kontrol edip aslında yer olduğunu söyledi. O birkaç saniyelik hevesim ise son dakika tek yön biletinin 4600 TL olduğunu duyduğumda sönüverdi. ‘Şirketin CEO’su değilsin Bengüsu, kendine gel’ diyerek hemen uzaklaştım oradan. Ama seyahat acentesinin beni fişteklediği üzere madem yer vardı, o zaman LOT bu gecikme yüzünden beni zamanında Krakow’a vardıracak çözümün parası neyse ödemek zorundaydı diye düşünerek tekrar LOT’a koştum.
LOT satış ofisine gidip sıraya girdiğimde 07.50’deki uçuşa artık yalnızca bir buçuk saat kalmıştı. Görevli yer olduğunu kabul etti ama sadece “stand-by” bilet kesebildiğini belirtti. Bu da, oraya gidiyorsun, yer varsa alıyorlar, yoksa almıyorlar; aslında uçuş tamamen satılmış anlamına geliyormuş. Görevli, éBu şart altında zaten altı kişiyi gönderdim, isterseniz size de göndereyim ama sanmam işe yarayacağını’ dedi. Dahası, bu olursa eğer valizimi önce gönderip sonra iptal üzerine saat 11’de iadeden alıp bu ertelenen uçuş için yeni bir bilet kesilmesi gerekiyordu. Para istemeyecekleri bunun için ama uğraşması, yer olmama riski, gecikmesi vesaire elbette bakiydi. Ben yine de şansımı denemeye karar verdim, dedim ki ‘Kesin 07.50 biletini!’
O sıraya kadar kendimden beklenmeyen bir performans göstererek tüm görevlilerle oldukça soğukkanlı ve nazik konuştum, çözüm ve sebat odaklı olmaya çalıştım. Bunun bir sonucu olduğuna kendimi inandırdığım üzere; LOT satış görevlisi son anda dedi ki; “bir saniye, siz Krakow’a gidecekseniz, size Budapeşte üzerinden göndersek?” Yetişebileceğim bir THY uçuşu, o sabahki Budapeşte-Krakow uçuşundan bir saat önce Budapeşte’ye varıyordu. O sırada tam arkamda benimle aynı durumu yaşayan bir adam da “Oh be!” deyince bu opsiyona hemen tav oldum. “Yetişir miyim peki, hayatımda bir kez, o da aynı havayoluyla aktarma yaptım.” dedim. “Son anda rötar olmazsa yetişirsin.” dedi LOT görevlisi. Ben de gidip paşa paşa Budapeşte uçağına check-in’imi yaptım. THY bana bagajımın doğrudan Krakow’a aktarılacağını söyledi. Oh ne ala Mualla!
Bu mutlulukla Budapeşte uçağına kuruldum, daha bir hafta önce dönmüştüm Budapeşte’den, biletimi o zaman da nispet yaptığım, Budapeşte’ye ilk gittiğim arkadaş tayfasına gönderdim tekrar. Uçakta epey güzel bir hanımefendi oturdu yanıma. Benim bir şeyler okduğumu görünce öğrenci misinden açıldı muhabbet, en son onun on beş yıl önce işletmeden mezun olup şimdi beslenme ve diyetetik okumak için tekrar sınava girdiğini öğrenerek kapandı. Sonra o çıkardı YGS matematik soru kağıdını, ben de ipad’e gömüldüm. Onun birbirine eşlediği kareköklü, x’li, y’li sorulara pat küt dalma hissini tuhaf bir şekilde özlediğimi fark ederek okumama devam ettim. İnmeden ona Budapeşte’de birkaç restoran tavsiye ettim; sonra aktarma gerginliğinin kollarına bıraktım kendimi.
Uçak başta ve sonda olmak üzere toplam 10 dakika gecikmişti ama hala elli dakika vaktim vardı. Transfer kapısını takip ettim. Krakow bu taraftan yazısını takip ettim. Elimde sadece uçuşumun yeniden düzenlendiğine dair bir bilgisayar çıktısı kağıdın olmasına şaşıran güvenliği takip ettim ve Krakow kapısına ulaştım.
Beni kapıdan almadılar. Check-in’in kapandığını, benim zamanında check-in yapmadığım için bu uçuşta görünmediğim belittiler. Yanımdan mutlu mesut insanların benim binmek istediğim uçağın körüğüne adım attığını izlerken neler anlatmadım ki? Ben transfer yolcusuydum, işte paramı da ödemiştim, bagajım da gitmişti hem, şaka mı yapıyorlardı? En son “Beni bu uçağa koyun, orada havalimanında sınır görevlileri alırsa onlara anlatayım ben derdimi, ne olursunuz” dedim ama fayda etmedi. O sırada yanımdan koştura koştura diğer Türk çocuk geldi. QR kodu gösterdi. “Siz nasıl yaptınız lan?” dedim, “online check in yaptım ben.” diyerek elinde Faruk Güllüoğlu poşetini sallaya sallaya arkasından atlı kovalarmış gibi körüğe daldı. “Kimse söylemedi ki bana böyle bir şey yapmam gerektiğini, ben ne bileyim!” dedim. Yok, o uyuz adamın ismini öğrenmek için sonra o kontuara tekrar gidecek kadar sinirleneceğimi bilmeden (bulamadım…) koştura koştura bir sonraki Krakow uçuşu için yer yön aramaya başladım.
Oldukça mütevazı Budapeşte Havalimanı’nın LOT satış ofisini bulmam yirmi dakika falan sürdü. Oradaki görevlilere durumu açıkladım, artık biraz ağlamaklı. Sonra şaşırdılar. Onlar güya adama demişler ki; “bu kızı al”. “Hayır, adam dedi ki, bir sonraki Varşova uçuşuyla Krakow’a gideceksiniz, işte bu da değiştirmek için numarammış…” diye adamın çiziktirdiği yazıyı gösterdim. Kadınlar benim haklı olduğumu, adamın beni alması gerektiğin, söyleyerek egoma su serptiler; ve beni çaresizce öyle beklemeye bıraktılar. Üst kattaki LOT ofisine gitmemi; fakat görevlinin de şu an beni buraya yollayan adam olduğunu, dolayısıyla o dönene kadar beklemem gerektiğini söylediler. Bekle allah bekle, bekle allah bekle. Adam gelmiyor. LOT’un hemen yanı THY ofisi idi; dedim bari şu valizin akıbetini öğreneyim. Benim de İngilizce konuşurken bir duraksadığım adam, benim aksanımdan ya da tipimden Türk oldğumu anlayıp hemen Türkçe’ye bağladı. Bagajımın numarasını oraya buraya sordurup Budapeşte’ye indiğini ve LOT’a teslim edildiğini söyledi. Bir yol da o su serpti egoma; böyle durumlarda LOT’un THY’den bir yolcu beklediğini bilip beni yeni uçuşuma kadar eşlik ederek götürmesi ve check-inimi yapması gerekirmiş. Bu birinci dünya problemini kendi haline bırakıp valizimin benden evvel Krakow’a gidip sonra bir de geri dönmesine mani olmaya çalıştım. Daha doğrusu, en azından orada beklemesini sağlamaya. Adamcağız “bu valiz gönderilmemiştir, uçuşunuzu ayarlatınca tekrar gelin bakalım” diyerek beni bekleme alanına aldı. Bekle allah bekle, adam hala gelmiyor.
Çareyi aşağıdaki kadınların yanına inmekte buldum yine. Kadınlar bir yol daha isyan edip sonunda bana yeni bileti kestiler. Madem öyle neden başta yapmıyorsunuz ablacım? Biri taşın altına elini koysun ya! Neyse, sonunda paşa paşa 12’de önce Varşova sonra 15.30’da Krakow uçuşunun bitmeyen check in sırasına girip bir yol da kontuardaki adama anlattım derdimi. Durumu anladı, belli ki bir şehir efsanesi olmuşum kuliste, hemen tanıdı kim olduğumu. Tek sıkıntı, valizdi. Valizi bulmak için epey bekledik, sonunda valiz geldiğindeyse benim Krakow uçuşumu sistemde görüntüleyemedi bir şekilde. Benim Varşova’da valizimi alıp yalnızca 1 saat aralıkla Krakow uçuşuna manuel bağlanmam gerektiğini söyledi. “Eyvallah, öyle ölmem, böyle vur!” diyerek çekip gittim artık. Son anda yetiştiğim Varşova uçuşundan önce tart gibi bir şey aldım yoluma çıkan ilk dükkandan. Kendimi Varşova uçuşuna attığımda; bedenim çoktan geri dönüp kendimi bir hafta kaplıcaya falan kapatırsam ancak kendime geleceğimi söylüyordu.
Varşova’ya indim. Koştura koştura valiz alımına gittim. Devre arasındaki antrenör gibi valiz bekleme süresini tuvalet, geç kaldığımı belirten mesajlar ve tekrar uçuşa bağlanmak için en optimum yol stratejisini bulmak arasında bölüştürdüm. Kime sorduysam, neden valizimin doğrudan Krakow’a gönderilmediğini anlmayarak suratıma baktı. Ben de aynı suratla karşılık verince vazgeçtiler. Valize kavuştuğumda, Krakow uçuşunun kapı açılışına yalnzıca 15 dakika vardı. İnsan İstanbul’dan gelince yetişme kelimesine takacağı zaman zarfı genelde bir saat ve katları oluyor. Koştura koştura bagajımı bırakacağım noktaya yetiştiğimde Varşova’nın ismi güzel Chopin Havalimanı’nda in cin top oynuyordu. Sorunsuz bir şekilde güvenliği geçtim. Hatta banka oturup 15 dakika boyunca güya otele gidip yetiştiririm dediğim bir iki şeyi kapama zamanım oldu. O sırada sabahki 6 saat beklemeyi yapan gaziler doluştu bekleme odasına. Yani İstanbul’u terk ederken “işte, vazgeçmeden bir çözüm yolu arayanın zaferi” diye anlatacağım hikaye bana resmi olarak “sıfıra sıfıri elde var bir ton çile, adreanlin ve omuz ağırıs” olarak geri döndü. Pişman değilim, yine olsa yine yaparım. Elim kolum bağlı, şirketin sırf ben orada takımın içinde bulunup insanları tanıyayım diye her şeyini ödediği bir toplantının ilk gününü 6 saat bekleyip tamamen kaçırmaktansa bir çözüm bulmaya çalışıp şansımı denemek bence en doğru seçimdi. Dahası, iki tane de ders çıkardım bu yolculuktan.
1)Kesinlikle iş seyahatine bir gün önceden git, özellikle çok önem veriyorsan
2)Aktarmalı uçuşlarda herrrrr şeyi ıncık cıncık sor, özellikle iki havayolu şirketi işe karıştıysa.
Şimdi yavaş yavaş güzel şeyler söylemeye başladım, çünkü Krakow uçuşum bu yazıyı kaleme almama sebep olan tatlı bir gülümseme verdi bana. Varşova’da hava güneşliydi, otobüsten inip Krakow uçağına giderken montsuz, üşümeden, tatlı bir gökyüzü izleyebiliyordunuz. Dahası, oyuncak uçağa benzeyen taşıtımızın eski tip iki koca pervanesi vardı. Kısa merdivenleri tırmanırken önümdeki yolcunun hostesle ahbap çıkıp sarıldığını görünce iyice sırıtır oldum. Krakow benim ilk kez yurtdışına çıktığım (evet, ilginç bir seçim olduğuna katılıyorum) ve de kardeşim sayılacak en yakın arkadaşımla tanıştığım (ve kendisi Türk) şehirdi. O yüzden hazırdım kendimi şu gevşemenin içine bırakmaya. Tam olarak pervanenin yanına oturup güneşi yüzüme toplaya toplaya yazdım bu satırları uçakta. Ayrıca bugünkü üç uçuş, hayatımdaki rn yumuşak ve başarılı üç yere inişti sanırım. Harika değil mi?
İçimde hala peşinden koşmak istediğim karanlık düşünceler var. Havayolu sektörüne, hükümete söven İzmirli CHP’li teyzeler gibi beylic beylik atıp tutasım… Beni yanımdan geçip gidenlerle aynı uçuşa koymayan formalite, bütün uçuşlar vızır vızır çalışırken altı saat rötar yiyen uçuşun para kaygısı, aralarda herkesin topu başkasına atan iş bilmezliği… Zamanında bir havayolu şirketinde çalışmak, insanların sehayat deneyimini iyileştirecek be. Şimdi soğumir iş yapmak konusunda çok hevesliydim. Şimdi ise çok daha istekliyim. Belki bir gün, ülkemizdeki en büyük havayolu işvereninin hükümetle bu kadar kanka olmadığı bir dönemde, bu kini ve nefreti daha pozitif bir enerjiye dönüştürürüm.
Tanrım düşmanımı yolda kalmakla sınama, amin.
No Comments / Yorum Bulunmuyor