Efendiiim, en son nerede kalmıştık ? İnovasyon Haftası’nın devamındaki konuşmaları anlatıyordum.
Sıradaki panel, acaba çıksam mı diye düşündüğüm, sonra “yok yea yerim baya iyi, Hyperloop’u buradan dinlerim, kalkmayayım şimdi.” diyerek dinlediğim bir paneldi. Hayatımda aldığım en doğru kararlardan biriymiş, aferin bana.
Panelde “sosyal girişim” olarak adlandırdığımız, kâr amacı gütmeyip sivil toplum hizmeti taşıyan inovatif kuruluşlar ve girişimler anlatıldı. Katılımcılar şu şekildeydi:
Emine Sabancı Kamışlı, “Esas Sosyal” adı altında üniversite mezunu olup iş bulamayan gençlere bir sivili toplum kuruluşunda tam zamanlı iş deneyimi kazanma fırsatı sunarak onların potansiyellerini iş dünyasına gösterecek ilk basamaklarını atmalarını sağlıyor.
Christian Erfurt, Danimarkalardan kalkıp gelerek Be My Eyes’ı anlatıyor. Görme engelli kimseler için hattın diğer ucunda görebilen sağlıklı bir gönüllü, görme engelli vatandaşın örneğin bir otomattan ürün seçmek gibi yardım ihtiyacı olduğu durumlarda telefonla bağlantı kurarak o an ihtiyac sahibi kişinin gözleri oluyor. (Biliyorum harika, daha çok anlatacağım!!)
Üçüncü konuşmacı yine soğuk bir memleket olan Finlandiya’dan kalkıp gelen Maarit Rossi. Matematik öğretmeni ve epey de mesleğine aşık biri olarak matematik öğrenmeyi sevdiren ve kolaylaştıran “Paths to Math” isimli sitenin kurucusu efenim kendisi.
Dördüncü konuşmacı da benden yalnızca bir yaş büyük olması ile hem takdir ettiğim hem de yer yer kıskandığım, Sosyal Ben Vakfı adı altında çocukların daha ziyade sanatsal ve yaratıcı yeteneklerini sahiplenmelerini ve bu alanda da meslek sahibi olarak hayatlarını idame ettirebileceklerini göstermeyi amaçlayan bir kuruluş.
Emine ve Maarit Hanım’ların girişimleri daha değersiz demiyorum elbette ama sanırım benim hayatıma çok dokunmadığı için daha ziyade Be My Eyes ve Sosyal Ben’den bahsetmek istiyorum. Be My Eyes gerçekten çok güzel düşünülmüş, insana oturduğu yerden bile yardıma muhtaç kimselere destek olma fırsatı sunan bir uygulama. Be My Eyes’ın kalkıp Türkiye’ye gelmesinin bir nedeni de ilginç bir şekilde üyelerin çok büyük bir bölümünü Türklerin oluşturması. Gerçekten bir kez daha “Akdeniz insanı…” dedim. Yardıma koşmak bizim göbek adımız 😀 Be My Eyes’a ben de üye olacağım. Birilerine yardımım dokunduğu ilk fırsatta da deneyimimi sizlerle paylaşırım 🙂 Be My Eyes gönüllüsü olmak nasıl bir şey daha iyi anlamak için :
Sosyal Ben ise bambaşka bir dünya. Eskiden beri demişimdir, yahu 70 milyondan fazla adam, nasıl olimpiyatlarda, sanat yarışmalarında kabiliyet gösterip dünya birincisi gelebilecekler arasından çıkmasın? Ama işte garanti meslek olarak görülmeyen her şey ülkemizde o kadar baskılanıyor ki; bu yeteneklerin hepsi geliştirilmeden ölüp gidiyor. İşte küçük yaşlardan beri sosyal sorumluluk projelerinde yer alan Ece Çiftçi, bunun önüne geçmek isteyip bir vakıf ile çocukların bu yönlerini kucaklamalarını sağlayan bir program yürütüyor. Bence doğru yürütülürse ucu epey açık bir proje, dernekleşebilmek de kolay olmasa gerek. İnançlılığından ötürü Ece Çiftçi’yi yürekten kutluyorum!
Şimdi gelelim günün benim için en büyük konuşmasına. Hyperloop Transportation Technologies CEO’su Dirk Ahlborn’un konuşması. Bilenler, bilmeyenler; herkes için kısaca özetleyelim. Hyperloop Elon Musk’ın toplu taşıma için çığır açacağını ortaya atarak teorileştirdiği ama gerçekleştirecek zamanı olmadığı için halka açtığı bir teknoloji. Bir tür tren, ancak içindeki hava boşaltılmış bir tüp içinde seyahat ettiği için aynı mesafeyi bir uçaktan daha hızlı gidebiliyor. Bu fikri ilk kez Elon Musk’ın biyografisinde okuyup ne kadar heyecanlandığımı hatırlıyorum. Son zamanlarda çok az girişimci gerçekten dünyayı değiştirecek yeniliklerin peşinde; ve bu fikir aslında bizim toplu taşıma dediğimiz şeyi pek çok bilim kurgu kitaplarında kurgulanan seviyeye çıkarabilecek bir buluş olarak beni sonsuz heyecanlandırdı. Hatta bir dönem, ne olursa olsun ben bunun bir parçası olmak istiyorum diye staj başvurularına falan bile bakmıştım 😀 Şu an bu teknolojiyi gerçekleştirmeye çalışan iki şirket var, bunlardan Hyperloop One biraz daha bilinir ve aslında Elon Musk’ın yakın arkadaşı yatırımcılar tarafından sahiplenilmiş bir proje. Ama Hyperloop Transportaiton Technologies de oldukça inançlı ve başarılı görünüyor.
Aklınızda pek çok teknik “olabilite” sorusunun barındığının farkındayım. Açın bakın, Youtube orada 😀 Siz de birkaç açıklayıcı video izledikten sonra fikre gerçekten aşık olacaksınız. Ya da benim “Hyperloop Necidir, Kimlerdendir?” yazıma da göz atabilirsiniz.
Peki biz panelde ne konuştuk? Dirk Ahlborn öncelikle var olan toplu taşıma sistemlerinde ne kadar çok paranın çarçur edildiğini anlattı. Gerçekten de başta demriyolları olmak üzere pek çok ülke efektif olsun diye ulaşıma muazzam para harcıyor. Sonra da hyperloop’un mekanizmasını anlatıp nasıl bu teknoloji sayesinde insanların hayatının değişeceğini, artık “çalıştığım yer” ve “yaşadığım yer” kavramlarının birbirinden ne kadar bağımsızlaşacağından bahsetti. İngilizce’de “game changer” dediğimiz şeylerden bu gerçekten. Düşündükçe yine bir garip oluyorum. Şu an hem Hyperloop Transportation Technologies hem de Hyperloop One fikrin ilk çıktığı Los Angeles-San Fransisco arasına ve yavşa yavaş dünyanın farklı yerlerine bu teknolojiyi kurmaya başlıyor. (arasında Dubai’den Abu Dhabi’ye giden yolun da olması fantastik bence 😀 )
“Hyperloop Necidir, Kimlerdendir?” yazımda biraz daha fazlasını anlatacağım için burada benim için günün son paneli olan bu konuşmadan sonra neler hissettiğimi paylaşmak istiyorum. Gerçekten de dünyada “bir işe yaramak” için ne kadar eksik olduğumu gördüm. Bir değer yaratmak, başka insanları mutlu etmek, hayatlara dokunmak için bir arzu duymak çok normal; fakat bunun için kafayı bir şeye takmak, gece gündüz çalışmak da gerek. Hyperloop üretilirken o ekibin içinde olmaktan bahsetmiştim hatırlıyor musunuz? Panel sırasında Dirk Ahlborn her gün ortalama 5 yeni iş başvurusu aldıklarını söyledi ve bu başvurulardan bazılarını ekrana yansıttı. Orada yazan şeyler öyle hoştu ki; herkes “bakın benim yeteneğim bu, ekibe de şöyle katkıda bulunurum” deyip tüm samimiyetiyle koymuş kendini ortaya. Aralarından bir tanesi vardı, satış uzmanıymış diyordu ki “bilmiyorum sizin için yeterince iyi miyim, sadece bu şey gerçekleşirken orada olmak istiyorum.” Belki de kendime en yakın hissettiğim buydu diyebilirim. Kendime bazen çok kızıyorum, pek çok şey için heyecanlanıyorum, pek çok şeyi gerçekleştirmek istiyorum. Ama günün sonunda ne onlara katkı yapabilecek bilgi birikimine ne de bu bilgi birikimini edinmek için gözümü karartıp girdiğim bir yola sahibim. Hyperloop’a başvurmadım, zaman kaybı olacağını düşündüm, bir kere hem onlara sunabileceğim spesifik bir yetenek göremedim, hem de uzak bir yere çalışmaya gitmek ve orada hayatımı idame ettirmek için ailemden maddi manevi çok fazla şey isteyecek olmak bana huzursuz hissettirdi. Belki ben yeterince cesur davranamadım. Belki de içinde yaşadığım düzene ayak uydurmaya çalıştığım için bu ikilemde kalıyorum.
İnovasyon Haftası, bence biraz da cesaret haftasıydı. Gökten başımıza üç elma yerine o cesaret tohumları düşse keşke masallarda da.
No Comments / Yorum Bulunmuyor