*There is an English version in the “English” tab.
Çok sevgili staj koçum daha ilk hafta yanıma gelip “Schengen vizen var mı bakayım? Brüksel’de IT stajyerleri buluşuyor, ona gideceksin.” dediğinde şaşıp kalmıştım ben, hangi şirket stajeyrini bir etkinlik için yurtdışına gönderir ki? Gerçekten aklıma gelen ilk şey bu olduğuna göre, hem bu kadar güzel bir deneyim fırsatı sunduğu hem de stajyerlerine bu kadar değer verdiği için P&G’ye kocaman bir teşekkürü boynumun borcu biliyorum. Son zamanlarda bir sürü büyük şirketin yetenkli öğrencileri çekmek için türlü türlü etkinlikler yaptığı doğrudur, günün sonunda iki taraf da bir şeyler kazanır. Ama bu etkinlik gerçekten daha önce katıldıklarıma göre çok daha özel bir şeyin parçası gibi hissettirdi bana, dürüstçe söyleyebilirim ki bu defa biz stajyerler, P&G’den misliyle fazla şey kazanmış olduk.
Aklıma gelen ikinci şey “Etkinlik Çarşamba-Cuma, acaba biletimi haftasonuna çekebilir miyiz?” olmuştu ama bu kısmı başka bir yazıya taşımak daha akıllıca olacak 🙂
Şimdi bir adım geri gidelim. Yaklaşık iki aydır P&G’de information technology, nam-ı diğer IT stajı yapmakta olan genç bir yurdum insanıyım. Staja başlamadan önce P&G IT ne yapar, ne kadar yerel ne kadar global çalışır hiçbir fikrim yoktu. Sonra kattaki herkesin sürekli yurtışından birileriyle konuştuğunu görünce işlerin globalliği konusunda benim de az çok bir fikrim oldu. Bundan mütevellit, P&G IT stajyerlerini birbirlerini tanısınlar hem de başka ne tarz işler yapılıyor bu departmanda bilgi sahibi olsunlar diye 10-12 Ağustos arasında Brüksel’de bir etkinliğe çağırmaya karar vermiş efenim. Tabi etkinlik kuru kuru gitmez, bir de staj projelerinin sunumlarını ve eğlence katmak amacıyla bir hackathon macerası da ekleyivermişler etkinliğe. Bunların hepsi davet e-postasında yazıyordu, biletler alınıp da “baya baya” gidiyor olunca beni aldı bir heyecan, “insanlar o kadar uğraşmış, ya sunum güzel geçmezse, ya hackathon iyi gitmezse” tadında telaşlı cümleler sardı etrafımı. Ama tatlı bir heyecanmış, şimdi anladım, gerçekten de insan daha iki aydır içinde olduğu bir organizasyon tutup da onu başka bir ülkeye götürünce biraz düğmeleri ilikleme ihtiyacı hissediyor.
Gelelim organizasyona, ilk gün havalimanında beni bekleyen tatlı “hoşgeldin paketi”ni alarak iki gece geçireceğim Aloft-Schuman Hotel’e kolayca ulaştım. Söz konusu böyle iş gezisivari etkinlikler olunca otelle ilgili yüksek beklentiler oluyor tabi, insanlık hali; fakat bence Aloft-Schuman kaliteden de öte, ruhuyla ve dizaynıyla etkinlik için biçilmiş kaftandı. Bir hostelin neşesini, enerjisini alın; pahalı business otellerinin konforu ve imkanlarıyla birleştirin, işte size Aloft-Schuman Brussels! Buradan dünya tatlısı çalışanlarına da selam olsun bu güzel otelin. Aloft Hotels Türkiye’de sadece Bursa’da varmış 🙁
Ne diyordum? Evet, otele girince zaten hemen check-inde başladı tanışmalar, nasılsınlar, nerelisinler… Odaya çıkıp da şöyle bir yumuşacık yatağa gömülme isteğinin kıyısından dönüp hemen insanlarla ilk günü değerlendirmek adına şehre indik, kapalı havaya ve yağmura meydan okuyarak elimizde waffle’larla turistik meydanı gezdik. İşin en güzel yanı ise tam da düşündüğüm gibi tanıştığım herkesin son derece sıcakkanlı, son derece dolu dolu vakit geçirilesi insanlar olmasıydı. Nerelerden gelmemişler ki? New Castle, Moskova, Varşova, Roma, Paris… Öyle bol bol sohbetli, gülüşmeli bir kaynaşma fasılı oldu, bunu da belki “gezi temalı” blog yazısına eklesem daha iyi olacak 😀
Akşam otelde mini bir hoşgeldiniz konferansı oldu. P&G bizi neden çağırmış, bir sene önce bizim yerimizdeki bir stajyer -şimdi yeni çalışan- hangi yollardan geçmiş, bunlar anlatıldı. Bu seansta bir cümle takıldı kaldı aklıma “P&G sizin için doğru seçim mi, bunu görmenizi istiyoruz.” Doğruyu söylemek gerekirse biraz gergin hissettim, sanki bu iki gün bir kum saati gibi çalışacak, ben de o sürede her bir insanla tek tek tanışıp onları sordu bombardımanına tutarak günün sonunda mavi hap ile kırmızı hap arasında karar vermek durumunda kalacakmışım gibi bir algı oluştu bir an. Ama iki gün içinde fark ettim ki insanlarla arkadaş olup onlarla sohbet ede ede bu “P&G sizin için doğru seçim mi” olayı zaten kafada kendiliğinden şekillenen bir şeymiş. Endişelendiğimin tam aksine, iki gün de çok ama çok samimi bir havada geçti.
Bu mini açılış konferansını hackathon konularının açıklanması takip etti. Gelmeden önce de epey hevesliydim hackathon için, Silikon Vadisi’ndeki parmakların kısa devreye bağlayıp kendiliğinden kod yazdığı tatta geçmeyeceğini bilsem de “hackathon” ismi bir hava veriyordu etkinliğe. İşin özü şu ki P&G son zamanlarda bizim, yani “milenyum çocuğu” neslinin fikrine çok önem veriyor, bilhassa her türlü çözümlerinde bu bakış açısına yer vermek istiyor. O yüzden organizasyon ekibi bizim için farklı ofislerden, çalışanların gerçekten de üzerinde çalışacakları problemleri derleyip toplamış, bir de bizim gözümüzden bakılsın diyerek böyle eğlenceli bir fikir bulmuşlar. Ben bilhassa benim ekibime düşen konuya bayıldım, P&G çalışanlarının alışkanlıklarını değiştirerek adeta bir akım başlatacak, sürdürülebilirliği destekleyen bir platform fikri bulmaktı amacımız. İşin içinde hem global bir fayda hem de biraz davranış psikolojisiyle oynamak olunca hayalimdekinden daha keyifli bir hal aldı işler. İlk akşam yol yorgunluğunu atalım diye çalışmaya başlamadık ama ertesi gün fark ettim ki her biri farklı becerilere sahip insanlarla çalışınca gerçekten de hepsinin olaya ne kadar özgün yaklaştığını görmek inanılmaz keyifli bir şeymiş. Bu güzel günü lezzetli bir Lübnan mutfağı deneyimiyle, L’oriento isimli restoranda sohbet edip güle oynaya kapattık.
Etkinliğin birinci tam günü: sunumlar ! Gün içinde herkes 4 stajyerden oluşan gruplar halinde 20 dakikalık sunumlarla projelerini anlattı. Burada sunumların neden önemli olduğunu vurgulamak gerek, birincisi bu sunumlar aslında staj değerlendirmesinin bir parçasıydı, ikincisi sunumu dinleyen kişilerin hepsi ununu elemiş, eleğini asmış üst düzey IT çalışanlarıydı. Ben buna benzer bir sunumu daha önce atlattığım için endişeli olmasam da bu kadar meşgul insanın işi gücü bırakıp bizi dinlemeye gelmesine karşı yine sonsuz bir düğme ilikleme hissi, bir borçluluk duygusu içine girdim. Sunum çok keyifli geçti, bıraksalar bir 20 dakika daha anlatırdım herhalde 😀 Kendi sunumumdan ziyade diğer stayjerlerin sunumunu dinlemek çok daha önemliydi aslında, başka ne tarz projeler var, P&G’de IT demek ne demek, örnekler üzerinden iyice anlama şansı buldum. Öte yandan sunumu hazırlarken de projede neredeyim, daha kaç fırın ekmek kalmış yenecek, bunları görüp kendimi değerlendirmeye almış oldum.
Günün geri kalanında hackathon için çalışıp akşam uzun zamandır hasret kaldığım güzel Japon mutfağının keyfini sürmek üzere Kokuban Restoran’a gittik. İkinci gece birinciye göre daha yüksek sesliydi kahkahalar, bu defa gerçekten masanın etrafına sanki bir aile, uzun zamandır tanışan yakın arkdaşlarmış gibi dizildik. En önemlisi de sunum sırasında karşımızda oturan kaç yıllık çalışan IT’ciler de bizden biri oldular, akran olmaktan farksız bir arkadaşlıkla kendi hikaylerini ve deneyimlerini anlatıp sohbetimizi paylaştılar. Staja başladığımız daha ilk günden beri diğer stajyer arkadaşlarla dönüp dönüp birbirimize anlattığımız iki şey var. Birincisi, bizer verilen sorumluluğun gerçekten ne kadar önemli ve öğretici olduğu. İkincisi ise yaşı ve kültürü aşan bu arkadaşlık, bu güzel iletişim kültürü. Bunun yalnızca İstanbul’a değil, P&G’nin her yerine özgü bir şey olduğunu görmek beni gerçekten çok sevindirdi.
Son gün geldi çattı. Bütün gruplar hackathon sunumlarını yaptı sırayla. Staj sunumlarımızı dinleyen kitleye benzer bir jüri sandalyelere sıralanmış, her şey adeta bir yatırımcıya fikir satmaya çalışan genç girişimcilermişiz gibi dizayn edilmişti. Ben burada da yine diğer sunumlardan, kendiminkine göre çok daha fazla keyif aldım. İnsanların yetenklerini, sorunlara yaklaşımlarını, kullandıkları yöntemleri incelerken teknolojinin içinde kalmanın benim için ne kadar doğru bir seçim olduğunu görmüş oldum. Her ne kadar benim becerim o düzeyde olmasa bile insanların çözüm önerilerinde demo kodları kullanması, teknoloji bloglarından alıntılar yapması bana çok havalı geldi. P&G bir teknoloji kampanyası değil, evet. Teknolojiye gönül veren herksi tatmin edecek işler yapmıyor da olabilir, buna da evet. Ama tek bir alanda spesifikleşen bir teknoloji şirketi olmamanın da güzel bir yanı var, o da P&G gibi büyük bir şirketin IT işinin çok çeşitli, çok farklı mecralara hitap ediyor olabilmesi. P&G IT projelerinin ve çözümlernin tamamını bir kataloga koyduğunuzu düşünün, bu katalog en az bir yatırımcının hissedarı olduğu startup’ların katalogu kadar çeşitli, renkli ve yenilikçi olurdu. Bu da demek oluyor ki bu alanda çalışmayı seven bir kişinin zevk alacağı bir proje bulması hiç zor değil.
Hikayenin yavaş yavaş sonuna gelirken dönüp bir kez daha bakmak lazım geriye.
Genelden başlarsak, bir kere bu iki günün sonunda “evet, IT benim için doğru bir seçimmiş” diyebildim. P&G dışına çıktığımda IT denen şeyin şirketten şirkete ne kadar değişeceğini göreceğim belki de, evet. Ama tüm o sunumlar boyunca öğrendiğim yeni şeylere olan merakım, şu ana kadar tutunabileceğim en doğru, en samimi gösterge bence.
Biraz daha özele inelim. Üniversite boyunca ne zaman geleceğim hakkında düşünsem “kesinlikle farklı yerlerde çalışmalıyım, birden fazla ülkede yaşamalıyım” cümlesi geçti aklımdan. Bir yerde çalışmaya başlayıp oraya demir atmak ile devam eden klasik kariyer hikayleri hep itmişti beni, fazla garantici ve hatta korkak bulmuştum bu hikayeleri. Bunun esas nedeni ise benim hayatımın sonuna kadar adeta bir “öğrenci” olarak kalmak istemem, bir yerde uzun süre çalışmanın ise bu heyecanı körelteceğine inanmamdı. Şimdi, bundan beş yıl sonrası için tahmin yapmak hala zor elbette. Ama şunu gördüm ki P&G’de uzuuun yıllar çalışmak demek, yıllanmış bir şaraba dönmek değil hep “öğrenci” kalmak demek, sürekli öğrenmek ve kendini geliştirmek demekmiş. Staja başlamadan önce aklımdaki en büyük soru “ya insanlar P&G’yi neden bu kadar çok seviyor, nedir buranın olayı?” idi. Sanırım şimdi yeterli bir cevap almış oldum.
Hikayemiz burada sona eriyor. Emeği geçen herkese, özellikle güleryüzlü Moira ve Barbara ikilisine sonsuz teşekkürler 🙂 Anlattıklarım P&G spesifik bir içerik reklamı gibi görünse de bu yazıyı tüm içtenliğimle, benim yaşımda ilk iş deneyimlerini yaşayan insanları deneyimlerinden alabileceklerinin en iyisini almaya, kendilerini anlamak için kullanmaya teşvik etmek için yazdım. Bunun da ötesinde bu tarz etkinliklerin sayısı arttıkça değeri azalıyormuş gibi bir algı oluşsa da hala bire bir insanlarla tanışmanın, bire bir iş deneyimlerini duymanın ne kadar yön verici olduğunu bir kez daha deneyimleyip herkese sonuna kadar tavsiye etmek istedim. Bir de Sezar’ın hakkı Sezar’a, ileride ben P&G’de çalışıyor olmasam bile bu yazıyı okuyan öğrenciler, stajyer adayları için söylüyorum ki P&G iş dünyasında ilk adımlar için gerçekten harika bir okul. Sevgiler 🙂
Bengüsu
No Comments / Yorum Bulunmuyor