Geçtiğimiz salı günü okulda şu posterini gördüğünüz etkinliğe rast geldim; birden münazara damarım mı kabardı dersiniz ya da Türkiye’de kediyle köpek gibi birbirine giren siyaset camiasının en zıt iki kutbu aynı yere gelecek de medeni bir tartışma yapacak diye düşünüp her Türk genci gibi şaşırdım mı dersiniz… Ne derseniz deyin, nasıl bir merakla soluğu orada aldığımı anlamışsınızdır.
Nitekim; okulumun apolitik eğiliminden beklemediğim şekilde tıklım tıklımdı salon, kapıda ilk kez öğrenci kimliğimi göstermek zorunda kalarak sinema salonunda arkalarda bir sıraya ilişip tam Markar Esayan‘ın konuşmasının başına yetiştim. Malum, AKP siyasetçilerinin sıkça dine ve ırka dayalı “benzetmeli” anlatımlarına tanık oluyoruz, Markar Esayan ismine daha önce medyada ilk kez rastladığımda Ermeni asıllı bir kişi olarak AKP safında yer almasını açıkçası AKP adına aferin alınacak bir “sevap point” olarak değerlendirmiş, kendisini çok irdelememiştim. Uzun yıllar gazetecilik yapmış olan bu abimiz çok güzel cümleler seçerek, hiç teklemeden başladı anlatmaya.
1-Önce 101 – 102 tadında “siyasete giriş”
Markar Bey önce başkanlık sisteminin dünyadaki uygulamalarından bahseder sanıyordum ancak kendisi epey bir geriye, taa eski Yunan polis’lerindeki doğrudan demokrasi tanımına giderek oradan günümüze ilerleyerek konuştu bir süre. Sonra güçler ayrılığı, sonra demokratik sistem, sonra şu an dünyada mevcut farklı demokratik sistem uygulamaları falan derken yavaş yavaş bir başkanlık lafı dolanmaya başladı diline. Buraya kadar epey zaman harcadı Markar Bey, yine de temelini sağlam kurup bir yere mi bağlamaya çalışacak mevcut teklifi diye kısa kısa notlar almaya çalıştım. Sonra geldik Türkiye’de parlamenter sistemin başladığı zamana.
2-Parlamenter sistemin Türkiye için imkansız aşk olduğuna ikna çabası
Markar Bey öncelikle gerçek bir parlamenter sistemin, medyada çarpıtıldığı gibi taa Osmanlı dönemine dayanan 150 yıllık bir geçmişe sahip olması söyleminin üstüne çizip yerine 1940’ların sonuna denk gelen çok partili sistemin başlangıç belirlenmesi gerektiğini yani aslında Türkiye’nin öyle oturmuş, köklü bir parlamenter sistemi olmadığını söyledi ki tüm konuşmasında haklı bulduğum tek yer burası olabilir. “Tek partili dönem bittikten sonra da Türkiye’nin makus tarihinden hiç silinmeyen darbelere ve muhtıralara geldi söz, asker müdahalesi yüzünden parlamenter sistemi bir türlü tam pratik edemedik.” dedi Markar Bey. Kısaca, bu zamana kadar süregelen düzeni bozmak istemeyen kararsızlara, “bu zamana kadarki düzen zaten aslında yoktu” demek istedi.
3-Halen darbeden arta kalmış bir anayasayla yaşıyoruz
1980 darbesinden sonra yürürlüğe giren mevcut anayasanın, askeriye tarafından epey bir modifiye edildiğinden şikayet etti sonra Markar Bey. Cumhurbaşkanlığı rolünün nasıl inanılmaz yetkilerle donatıldığından, askeriyenin kendi nüfuzunu hissettirebileceği şekilde, yargıya varacak kadar her türlü organa hüküm sürecek ve özgürlükten uzak bir anaysa olduğunu ve bu anayasayı değiştirmenin boyunlarının borcu olduğunu söyledi. Bu noktada bende fitil koptu biraz, zaten iki milletvekilinin aynı ortamda tartışmasını değil de kendi başlarına yine o klasik nutuklardan atacaklarını izleyecek olmak biraz kırmıştı motivasyonumu, böyle gerçekleri konuşmaktansa cümleleri çarpıtarak prim yapmaya çalışan bir konuşma duyunca iyiden iyiye yüzüm düştü.
Anayasa Mahkemesi’nin bugün neredeyse hepsini hükümetin ve hatta ayakta uyumayan herkesin bildiği üzere cumhurbaşkanının onayı belirlerken, hala halkın yıllar yılı darbeler yüzünden yaralanmış özgürlük bilinci üzerinden prim yapmaya çalışması, konuşmanın aslında yeni anayasa metninin kıyısından bile geçmeyip sadece popülist bir hikaye anlatımına döneceğini açıkça gösteriyordu. Kaldı ki 1980’den bu yana yapılan yasa değişiklikleri, bizim gibi aklı siyasete yeni yeni basan kuşağın bile az buçuk ana haber bültenlerinden kulağına çalınmıştır. Kısacası; Markar Bey 45 dakikalık konuşmasının çoğunu ne vaat ettiklerini somut örneklerle değil, hikaye havası verilen “throwbacklerle” donatması seçti.
4-O koalisyonlar yok mu o koalisyonlar
Ben kendimi bildiğimden beri hükümette AKP var diyebiliriz, malum. O yüzden Türkiye’nin koalisyon geçmişi derslerden, kendi araştırmalarımdan bildiğim kadar sadece. Markar Bey Türkiye’de şimdiye dek kurulan koalisyon hükümetlerinin başarısızlığından, bu istikrar kaybının güçlü bir hükümet ve dolayısıyla güçlü kalkınma planlarını imkansızlaştırdığından bahsetti. Bildiğim kadarıyla koalisyon hükümetlerinin Türkiye’de çok da efsane bir iş çıkardığını söyleyemem, bunun da zaten bence en büyük sebebi demokrasiyi kendi içinde özümseyememiş kültürümüz, politikacılarımızın çıkarcılığı. Fakat Markar Bey’in bu argümanı şu noktada samimiyetini yitiriyor bence, henüz aynı ortamda iki medeni insan olarak tartışamazken, başarılı bir koalsiyon hükümetini kuramamak suçunu başkalarına atmak hiçbir siyasetçinin harcı değil bence.
Markar Bey’in dedemokratikleşme adına verdiği örneklerden biri cumhurbaşkanını halk oyuyla seçme uygulamasınıAKP’nin getirmesiydi, halbuki o günlerde seçim sonucunda ezici bir çoğunlukla AKP adayının seçileceğini görebilmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Kendi menfaatlerine uyduğu için çekinmeden getirdiler bu uygulamayı, kazanamayacakları bir durum olsaydı, yalnızca bu ülkenin daha demokratikleşmesi için bu adımı atacaklarına hiç mi hiç inanmıyorum. Aynı hesap, koalisyonu eleştirirken kulağıma gelen sözler Türkiye’nin kalkınmasının yavaşlayacağına dair bir korku değil, kendi sözlerini geçiremeyecekleri bir hükümetin doğuracağı menfaat kaybıydı yalnızca.
5-Peki şimdi biz ne diyoruz
İşte burada pürdikkat kesilmiş olsam dahi not alacak bir şey bulamıyorum. Hani o kadar anlattınız anlattınız, bu ülkenin kalkınması için hangi yasayı geçiremediniz de yasama ve yürütmenin farklı organlarda olması bizi geride bıraktı, ona değinmediniz Markar Bey. Ha yine yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılması doğallığa aykırı diye argümanlar verirken neden buraya bir denge-kontrol olarak eklenmesi gereken yargıda sürekli duyduğumuz atama ve sürgün şeklindeki kayırmalardan, kendilerini yargılayacak Anayasa Mahkemesi üyelerini de bu tek vücutta birleşen yasama ve yürütmenin atayacak olduğunu es geçtiniz. Buna insanların vicdanı nasıl dayanıyor doğrusu hiç anlamıyorum.
Buraya kadar AKP’ye önyargılı olduğum için hep olumsuz şeyler söylediğimi düşünebilirsiniz; fakat noter huzurunda tasdik ettiremesem de inanın oldukça tarafsız bir şekilde “acaba ne anlatacak bu adamlar?” diyerek gittim o konuşmaya. Nitekim süresini aşan Markar Bey’in konuşmasından sonra üst üste gelen ve cevaplamakta zorlandığı sorular da bence sadece benim değil; tüm salonun, Markar Bey’in anlattığı hikayenin geri planında ortaya sunulan güzel hiçbir teklifin bulamadığını gösteriyor gibiydi.
Soru 1) Markar Bey konuşmasında AKP’nin son yıllarda istikrarla sürdürdüğü başarısından bahsederken başkanlık sisteminde de “Yüzde elli artı bir kişi ile bile kazanacak olsak, bu ülkenin yüzde yüzüne hizmet edeceğiz.” gibi bir laf etmişti. Bunun üzerine önlerden soru soran arkadaşımızın soru cümlesini hatırlayabildiğim kadarıyla aktarayım :
“Bugün keşke konuşmanızda biraz yeni anayasa metnini tartışabilseydik ama biz yine gittik Turgut Özal’lara, Adnan Menderes’lere girdik. Elimde Recep Tayyip Erdoğan dahil çeşitli AKP politikacılarının son 5 yılda konuşmalarında Alevilere, etnik azınlıklara (konuşmanın burasında tekrar yazmak istemediğim, son derece yaralayıcı, hepimizin beynine kazınmış örnekler veriyor arkadaş) söyledikleri hakaret içeren ve ayrımcı sözler var. Bu söyleme sahip olup yüzde elli artı bir oyla dahi tüm kitleleri kapsayarak yönetim yapacağınızı nasıl iddia ediyorsunuz?”
Burada salondan bir alkış kopuyor, Markar Bey’in cevabını heyecanla bekliyoruz. İşte cevap : “Fakat siz de sorunuzda anayasa maddelerine girmediniz farkındaysanız.”
Arkadaşımız sorusunda önce soru cümlesini sonra örnekleri verdiği için tüm salonu aptal yerine koyarak soruyu duymazlıktan geldi Markar Bey. Fakat biz anlamazlıktan gelmemiş, soruyu da cevabını da gayet iyi duymuştuk.
Soru 2) İkinci arkadaşımızın sorusunu da şöyle özetleyebiliriz :
“O kadar uzun zamandır iktidardasınız ki artık başlangıç senesini hatırlamıyorum. Onca zaman boyunca; şimdi de böyle başkanlık sistemini tartıştığımız, referanduma para ayırdığımız yerde bu kaynakları eğitime ayırsaydık bugün o başarmak istediğiniz daha güçlü Türkiye’ye zaten daha çok yaklaşmaz mıydık?”
Burada Markar Bey bence kendisine hiç yakışmayacak şekilde bir alayla başlıyor konuşmasına. “Söyledikleriniz Thomas More’un Ütopya’sını hatırlattı bana. Fakat bu saygıdeğer bir soru, eğitim çok önemli elbette. Eğitimde yanlış politikalar olabilir, daha önce yanlış harcanmış kaynaklar bulabilir, bunları örnek göstererek eleştiriler yapabiliriz. Bu ayrı bir konuşmanın konusu.”
Notumu buraya kadar almışım, cevap biraz daha uzundu, yanlış hatırlamıyorsam başkanlık sonrası yasa yapma kuvvetinin güçlenmesi sayesinde eğitim alanında da reformlar yapılabileceğini söyledi Markar Bey. Bu soru elbette biraz afaki sorulduğu için kenarından kıyısından dönülebilecek bir soruydu ancak özünde, AKP’nin bu sistemi gerçekten ülkenin iyiliği için mi yoksa kendi menfaatleri için mi düşündüğünü bence çok güzel ortaya koyuyor.
Soru 3) Son soru şu şekilde :
“Devlet imkanlarının, metrolardan elektrik çekilmesinden tutun billboardlara kadar, hayır afişi asanların tutuklanmasına kadar uzanan boyutlarda “Evet kampanyası” için harcanması; ve tarafsız kalması gereken cumhurbaşkanının dahi devlet kaynakları ile düzenlenen mitinglerde Evet propagandası yapması sizce adil bir kampanya gibi mi duruyor ?”
Bu noktada Markar Bey sorunun “kaynakların harcanması” bölümüne hiç mi hiç dokunmayıp doğrudan cumhurbaşkanına odaklanıyor. “Tabii bu referandum tartışmasının Tayyip Bey üzerinden sürmesi çok normal çünkü artık kendisi bir fenomen. Politikacıların doğasında da olduğu üzere insanların duygularına dokunabilen bir lider. Fakat bu aslında kuvvetli bir imaj. Biz artık coğrafyamızda en önemli oyunculardan biriyiz, bütün ülkeler bizi tanıyor. Bakın çocuklar siz bilmezsiniz, biz bundan yirmi otuz yıl önce gençken Avrupa’ya gittiğimizde pasaportumuzu göstermeye çekinirdik, kimse Türkiye’nin nerede olduğunu bile bilmezdi.”
Artık burada ayağa kalkıp “Sanki biz göstermeye çekinmiyoruz!” diye bağırasım geldi. Sosyal medyasında hakaret söylemiyle anılmadığımız Avrupa ülkesi kalmamış, daha birkaç hafta önce Erasmus’a giden arkadaşım insanların nasıl “Türklere açıkça uzak davrandığını” anlatmış… Neyse, öbür türlü olsa da Markar Bey Avrupa insanının bağnaz önyargısından dem vuracak, Evet propagandasının adil sürüp sürmediği ile ilgili ise tatmin edici hiçbir cevap vermeyecekti yine nasıl olsa…
Sorulara ayrılan süre burada bitti. Sıra CHP Eski Milletvekili Gökhan Günaydın‘a gelecekti. “Ti” diyorum çünkü o sırada ben sabırla AKP milletvekilinin yerine oturarak konuşmayı dinleyip dinlemeyeceğini izlerkenyine şaşırmadığını bir manzarayla karşılaştım. Markar Bey, Gökhan Bey’in elini sıkıp arkasında 3 genç adam ile birlikte daha konuk sahneye çıkmadan odadan çıkıp gitti. “Pes doğrusu!” dedim. Burada eski bir politikacı sizin konuşmanızı bir saat dinlemiş, sizin konuşmanızda kendi partisine yer yer yaptığınız ithamları ve “şakacı” söylemleri susarak karşılamış; siz ise en azından özgürlükçü düşünceyi savunan böyle bir okula konuk olarak çağrılıp bu davetin hakkını bile verememiş, karşı tarafın sözlerini dinleme nezaketinde ve aslında medeniyetinde bulunmamışsınız…
Gökhan Bey’in konuşmasının dinlediğim kadarki bölümünü kısaca anlatacağım çünkü açıkçası Markar Bey’in çekip gittikten sonra kendisine verilen cevapların böyle yerine ulaşamaması öyle içime oturdu ki; belli bir noktadan sonra kendimi dışarı atıp kampüste bir tur yürümem gerekti.
Gökhan Bey önce Markar Bey’in kendisi ile aynı anda konuşmayı reddetmesine hatta konuşmanın devamını beklemeden salonu terk etmesine sitem ederek biz gençlere “Aman ha, özgür tartışmanın kaybedilmeye çalışıldığı bu kültürü alışkanlık haline getirmeyin.” diyerek söze başladı. Konuşmasının ilk bölümünde, Markar Bey’in konuşmasında bir kere dahi gerçek yüzünü anlatmadığı “yargının bağımsızlığı” konuşuldu. Anayasa Mahkemesi’nin 12 üyesinden asker tarafından atanan 2 üyenin çıkarılmasının Markar Bey tarafından parlatılmasının üzerine kalan 10 üyenin AKP hükümeti ve cumhurbaşkanı tarafından atanıyor oluşunun ve yeni anayasa teklifinde bunun değiştirilmediğinin altını çizen Gökhan Bey, aslında o çok övülen birleşik yasama ve yürütmenin nasıl taraflı bir yargı sayesinde denetimden uzak kalacağını anlatarak burayı cevapsız bırakmadı. AKP’nin var olan düzenden şikayeti üzerine var olan düzenin 12 senedir kendileri tarafından oluşturulduğunu, Ağaoğlu’nun haberlerde de yer bulan “inşaatları için belediye yasaklarını hiçe sayıp nasıl doğrudan bakanlık aracılığıyla kendine izinler çıkardığını”örnek vererek hükümetin iş yapış şeklindeki çürümüşlüğün anlattı.
Tüm bunları teklif edilen anayasadaki “Şimdiki anayasada “yargı tarafsızdır” yazıyor. Yeni metinde ise “yargı tarafsız ve bağımsızdır” yazıyor. Çok güzel, vallahi buna ben de oy veririm. Lakin bu sistem metinler üzerinden tartışılacak bir şey değildir, bu cümleyi yazmakla gerçeklerin üstü kapatılıyor sadece, Anayasa Mahkemesi örneğine baktığınızda dahi yargının bağımsızlığı için hiçbir adım atılmadığını görüyorsunuz.” örneğiyle bağladı. Kısacası, realistik bir cevap verdi Markar Bey’e, “Parlamenter sistem ile başkanlık sistemini oturup sabaha kadar tartışalım, lakin Türkiye’nin esas ihtiyacı olan yönetim sistemi değişikliği değil zihniyet değişikliği; sizin bu değişikliği yapmanızdaki amaç da parlamenter sistemin eksiklerini kapatmak değil kendi otoritenizi pekiştirmek.” diyerek konuşmanın yarısına gelmeden anayasa maddelerine geçti.
Buradan sonrasının ilk bölümden çok daha üzeceğini tahmin ettim beni, çıktım salondan. Gerçekten artık söyleyecek bir şey bulamıyorum. Bir yandan bu ülkenin insanları kandırılıyor ve ben bir şey yapmıyorum diye canım acıyor, bir yandan da bu ülkenin insanları kandırılmak istiyor diye düşünüp bir daha asla birleşememek üzere kendi ülkemin insanlarından son sürat başka bir kutuba sürükleniyorum. Bu etkinlikte notlar alıp bir yazı yazmaktaki amacım “karşılıklı tartışma ortamında yeni siyasi sistemin somut faydaları adına nelerin sunulacağını” duyabilmekti. Sonuçta da bu çıktı işte ortaya. Dahası, kitlelere hitap etmekten fersah fersah uzak bir mecrada bu yazıyı kaleme alırken bile cümlelerimi ister istemez o kadar çok değiştirme dürtüsü hissettim ki kendimden utandım. Yazsak da yazmasak da aynı tas aynı hamam, kırk milyon insana saygısını kaybederken en azından kendine olan saygısını kaybetmemeli bir insan.
Bengüsu
2 Comments / Yorumlar
Erdi
31 March 2017 at 00:38Bilimsel düşünme yetisi ile birlikte yüreğinde azıcık utanma duygusu barındıran her bireyin siyasi düşüncelerinin ve geleceğe yönelik olarak mevcut durumların doğurduğu, var olan kaygılarının sizinle ortak paydada birleştiğini, sizde kişisel tecrübelerinizle birlikte fark etmişsinizdir.
Yazının sonunda da yaptığınız tespit yerinde. Gerçekten sayımız oldukça az.
Kendi yaşantımdan basit bir örnek vereyim. Sizin yazınızı okurken eve doğru yürüyordum ve eve varana kadar yedi adet evet flamasının binalara, üst geçitlere asıldığını gördüm. Bu binalara asılan flamaların 5 tanesi emlak ve inşaat sektöründe çalışan firmalar hazırlamış. Rantın olduğu yerde adalet diyen üç beş insanız anlayacağınız.
zeynep
31 March 2017 at 13:17Söylediklerine katıldığım noktalar var, katılmadıklarım da. Fakat şunu açıklığa kavuşturalım; İki konuşmacının birlikte çıkmamasının nedeni okulun idaresinin (çıkabilicek huzursuzlukları önlemek adına) aynı oturumda konuşma yapılmasına izin vermemiş olmasıdır. Bunun için konukları veya programı eleştirmek haksızlık olacaktır.