Travel

Berlin Düşünseli

Berlin SFX Havalimanı’ndan şehre giden banliyö trenine bindiğimde Wifi için hiç aranmadım bu kez. En son İtalya’ya gittiğimde havalimanında sim kart bulamamış, havalimanından çıkıp da şehre giden otobüse atladığımda o şehirle ilk el sıkışmanın ne kadar huzur verici olduğunu; kırsala dağılmış irili ufaklı şehri bir yapboz gibi merkeze bağlanırken izlemeyi ne kadar özlediğimi fark ettim bir kez daha. Berlin’e geliş hikayemi düşündüm bir de trende. Bundan aylar önce, bana şimdiki hayatımdan siyahla beyaz kadar farklı gelen üniversitenin son aylarında, kafamın ülke meselelerine bozulduğu bir akşam “15 Temmuz’da Türkiye’de olmaya dayanamam ben!” demiştim. Bir zamanlar menfaatleri için kendileri tepelerine çıkarttıkları bilmem ne topluluklarının karşısına cehaleti yüzünden parmaklarında oynattıkları halkı çıkartan o zihniyet, bu Oscar’lık performanslarının birinci yıldönümünde neler yapardı kim bilir… Birilerinin kapımı vurup “Hadi sokağa!” diye bağırmasını beklemiyordum ama sokakları izlemek bile yetecekti benim keçilerimi dağa bayıra salmama… Sonra yine sokağımdan, şehrimden ve memleketimden bir kuble nefret nüksedecekti her yerimde. Ben kaçmayı seçtim. 14 Temmuz sabahına Skyscanner üzerinden bulduğum en ucuz Avrupa uçağına atladım. Berlin, ne kadar kötü olabilirdi ki?

Sokakta rastlamadığım 2 Türk arkadaş

100 kişiye sorduk, “Berlin’i nasıl bilirsiniz? “Harika!” deyip durdu çoğu, biraz da o çılgın gece hayatından sanıyorum. Birkaç insan bana savaştan ve insanları ayrılmış huzursuz bir şehrin anısından mütevellit çok soğuk bulduklarını da söylemişlerdi Berlin’i. Ben ise orada yakın bir arkadaşımı ziyaret etmeyi, bir de özgürlüklerin üzerine basa basa yaşanmaya çalışıldığı şehirdeki egemen sokak sanatını görmeyi hayal ediyordum. Daha o trende, şehir merkezine kilometrelerce uzakken dahi sağda solda duvar resimleri belirmeye başladı; hem de bizim İstanbul’da görüp hemen önünde fotoğraf çektirmeye çalışacağımız orijinal cinsten. “Doğru seçim yapmışım…” diye geçirdim içimden, alnımın kenarı cama hafif hafif çarparken.

Şu savaş soğukluğu meselesi çok ama çok gerçek, şimdiye dek gezdiğim hiçbir Avrupa şehri gibi değil Berlin. Yıkılıp yeniden yapılmış genç bir şehrin yüzü ama görmüş geçirmiş olgun bir şehrin anıları var her yerde. Berlin’e geliyorsanız, bu şehrin bir duvarla ikiye ayrıldığı zamanlarda yastığa başını koyan insanların neler düşündüğünü anlamaya çalışın mutlaka. DDR Müzesi ve Soğuk Savaş Turu, beni o yolculuğa kolayca soktu. Doğu Almanya’da kalan sevgilisini kurtarmak için tünel kazan genç aşık hikayelerinden tutun gizli polisin bir anda nasıl kırk senelik komşunuz çıkabileceğine kadar, siyah beyaz yıllar tadında bir film şeridi aktı geçti gözümden iki kısa günde.

Tüm o hikayelerin üstüne, Berlin’in şimdiki yüzünü anlamak çok ama çok daha kolay oluyor. Onca sene politikacıların oyunları, savaşın ve baskıların gölgesi altında ışığını yitirmiş bu şehir; şimdi isyanın, gençliğin ve barışın ifade dili olan duvar resimleri ve graffitiler ile yükseliyor. Özel bir keşfe çıkmanıza gerek yok en güzel parçalar için, sadece rastgele sokaklarında yürüyün Berlin’in. Üç güne sığdıramayıp yolumun düşmediği çok mahallesi var bu şehrin. Bir daha gelirsem, sanırım müzeleri yine pas geçip sokaklara vuracağım kendimi bu şehirde.

Vincent’a aldığım kitap ayracını vermektense fotoğraf çektiğimiz boş bir an, sonra o kadar yoldan getirdim diye son gün arkadaşın evine kargo gönderdim.

Kuşkusuz, kısa seyahatleri dolu dolu hissettiren en güzel şey, bir tanıdık yüzü oluyor. Berlin’de en son bir seneyi aşkın zaman önce Hong Kong’da gördüğüm Alman arkadaşım Vincent ile buluştuk. Daha bir hafta önce oturup muhabbet etmişiz gibi içten bir buluşmaydı bu. Sokaklarda saatlerce yürüdük, şimdi aralarındaki akışı bir türlü çizemediğim onlarca konu arasında atlaya atlaya muhabbet ettik. Her insanın seyahat amaçları olur kuşkusuz, kimi lüks oteller yazar “bucket list”ine kimi yüksek dağlar veya derin vadiler. Benim için bu buluşmalar, hepsine değer sanırım. Dünyanın hemen her yerinde iki çift lafın belini kıracak bir adam buldun mu? Senden iyisi yok o zaman kardeşim!

Berlin’in halis muhlis Türk yüzünü görmemek imkansız. Su aldığınız marketin sahibi, metroda yanınızda oturan genç kadın ve genelde yemek yediğiniz restorandaki aşçı pek tabii Türk çıkabilir. Ben, bulacağım iki Türk’ü önceden bilerek gittiğim için kaderime razı olmuştum zaten… Sabancı’dan iki arkadaşım Gürkan ve Soner’in Berlin’de staj yapıyor olduğunu biletimi aldıktan sonra öğrenmiştim. Bir şehri yerlisiyle gezmek kadar senden daha iyi bilen turistiyle gezmek de keyifli! Benim Berlin’den beklentime uyup graffiti cenneti turuna beraber gittik bu ikiliyle. Bir yandan da Gürkan’ın başvuracağı bir program için ona Berlin’in farklı yerlerinde video çektik. Bilmiyorum burada yerli olduğum için mi yoksa burası Türkiye olduğu için mi; kocaman bir kamerayı çekip metronun orta yerinde kahkaha ata ata birinin videosunu çekip dursam sanki burada herkes tuhaf tuhaf bakarmış gibi hissediyorum. Berlin gerçekten kozmopolit olduğu kadar klasik bir Avrupa şehri olmanın da doruğunda: Nobody gives a shit about what you do arkadaşım.

Freestylin’

Berlin benim için sokak sanatının cennetiyse dünyanın yaklaşık bir %99’u için de gece hayatının başkenti. Bu küllerinden doğma hali, politikaya ve düzene isyan, özgürlüğe susamışlık; müziğin de isyankar yüzlerinden biri olan teknonun başkenti yapmış Berlin’i. Şimdiye dek gezdiğim her ülkeyi gözümün önünden geçiriyorum, gece hayatlarını da deneyimlememiş olsaydım hiçbirini tam hissedememiş olurdum sanırım. Berlin’in gece hayatını deneyimlemek için ironman olmak gerekiyor. Ya da çeşitli maddelerle daha haşır neşir olmak. Ya da en azından tüm gün tabana kuvvet gezmemek (İtalya rekorumu burada kırdım: günlük 35000 adım!) Berlin gece hayatından bir kuble aldık arkadaşlarla. Ne yalan söyleyeyim, ben biraz paslanmış hissettim kendimi. Hani kendim bir şeyler içip dans etmektense Berghain’ın kapısında “Sven kimi içeri sokacak, kimi sokmayacak? Bak buna kesin basaralr tekmeyi. Abiii bu nasıl girdi sırt çantasıyla!” oynamayı daha çok sevdim. Bu gece hayatı ekosisteminde eleneceğimi anladığım esas olay ise Pazar sabah 09.30’da bir gece önce dolandığımız sokaklardaki gece kulüplerinden bangır bangır müzik sesi geldiğini duyduğum andı. Bana çılgın değil, anlamsız geliyor artık bu kadar dum çıs dum çıs. Muhafazakarlaşıyor muyum nedir?

Part time life of a Berliner in a nutshell

 

Velhasılıkelam, alıcı gözüyle baktığında Berlin’de yaşamak çok da çekici değil. Benim hayat bulduğum kalabalıktan yoksun bu şehir. Bir karşıdan karşıya geçerken dere yatağı gibi iki koldan akıp duran insanlar yok. Havası, yazın en civcivli zamanlarında bile yağmurlu. Alman yemekleri… deneyimleyebildiğim kadarıyla tekrar deneyimlenesi değil. Yine de bana güzel bir kaçamak olduğu, her şeyden öte bizim ülke bitip de okeye dönüyorken bana kol kanat gerdiği için Berlin’i çok seviyor, yanaklarından öpüyorum.

 

You Might Also Like

No Comments / Yorum Bulunmuyor

Leave a Reply / Yorum Yazın

Show Buttons
Hide Buttons