Travel

Braşov Kışın Bir Başka Güzel

 

Braşov, Romanya’nın şirin mi şirin, kendisi küçük ama yüreği büyük şehirlerinden biri. Ülkenin turizm merkezlerinden biri olarak bilinen Braşov’a Transilvanya bölgesinin en canlı şehirlerinden biri olduğu için gidiyoruz biz de. “Transilvanya bölgesineden kasıt??” mı dediniz? Hemen burada öğrendiğim bilgileri size satayım, efenim Romanya aslında 3 parçadan oluşuyor, biri bugünkü başkent Bükreş’in bulunduğu Wallachia, diğeri Moldova sınırındaki Moldova üçüncüsü de Macaristan sınırındaki Transilvanya. 20. yüzyılda bu 3 bölge Romanya devleti altında birleşmiş ancak gerek dağlık bölgede uzun kış gecelerinin çetin geçmesi gerek civardaki beyliklerin kanlı gelenekleri olsun Transilvanya hep korku kültürüne ilham veren bir bölge olagelmiş.

Otobüsle Romanya Buradan Kaç Saat Abi? yazımda belirttiğim üzere sabahın 7’sinde hayli yorucu bir yolculukla Braşov’un tren garına bırakıyor bizi otobüsümüz. Bir soğuk… Bir soğuk… En azından tren garının oldukça kalabalık olması güç veriyor bize. Tek isteği sıcak yataklarına kavuşmak olan bir grup genç olarak önce birkaç gece sonrası için Budapeşte tren biletlerimizi alıyoruz CFR isimli firmadan. 182 Lei tutan biletleri ödeyecek kadar para bozdurup üstü ile kişi başı 2.4 Lei’den otobüs bileti alıp Kismet Dao Hostel’e giden 4 numaralı otobüse biniyoruz garın hemen önünden. 6 durak sonra hostelin sitesinde tarif edildiği gibi yürüyerek hostelimize ulaşıyoruz. Tabi bu yol küçücük bir patika hariç kar-buz karışımı ile kaplı sokaklarda valizleri sürükleye sürükleye biraz zorlu geçiyor ama şehrin renkli küçük evlerini beyaz örtünün altında görmek içimizi yumuşatıyor hemen 🙂

Kismet Dao Hostel’de Cihangir Esintisi 😀

Kismet Dao Hostel oldukça temiz, şirin, fazla büyük olmadığı için görece mütevazı ancak katı kuralları olmadığı için Romanya insanının sıcaklığını taşıyan bir hostel. Kendi siteleri üzerinden yaptığımız rezervasyonu hemen ödemek zorunda değiliz, odalarımıza çıkıp uyuyabiliriz zira mutfakta her saat mısır gevreği ve kahvaltılık yağ-reçel-ekmek bulunuyor. 6 kişilik hostel odasına özel odamız gibi kurulup 5 saat deliksiz uyuyoruz.

Bizim gibi öğleden sonra başlayan gezginler için ilk öneri: Her gün saat 3’te yapılan Free Walking Tour

Free walking tour’da iyi bir dinleyici olup soruları doğru bilirseniz belki siz de lolipop kazanabilirsiniz

Katıldığım hemen her şehirde memnun kaldığım üzere Braşov’daki free walking tour’a (ücretsiz şehir turu) da bayıldım. Saat 3’e kadar önce hostelin tarif ettiği yerde para bozdurup biraz şehir meydanını ve bizim İstiklal Caddesi’nin mini versiyonunu andıran trafiğine kapalı Republicii Caddesi’ni keşfediyoruz. Güne Romanyalıların enfes hamur işi olan “covrigi” ile başlıyoruz. Covrigi bizim simit mantığında ancak çok daha ince olduğu için oldukça gevrek bir tada sahip, simit gibi sadece susamlı değil bir sürü çeşidi de var. Republicii Caddesi üzerindeki Pietru, benim elmalısına vurulduğum çeşit çeşit covrigi satıyor.

Free walking tour için meydanın tam ortasındaki tarih müzesinin önünde turuncu şemsiyeli Simona’yı buluyoruz. Tesadüfe bakın ki bizden başka gelen olmamış 😀 Simona ve yanındaki stajyer tur rehberi çocuk başlıyor anlatmaya. Hepsini buraya yazmayacağım, zaten onun kadar güzel anlatamam ama olur da bu turu kaçırırsanız diye dinlediklerimin belli başlı yerlerine değineceğim.

Öncelikle şehrin tarihini dinliyoruz biraz. Meğer bu şirin evlerin, trafiğe kapalı yolların olduğu şehrin eski bölümü (Old Town) vakti zamanında bölge Avusturya-Macaristan yönetimindeyken disiplinlerine güvenilen Almanlar’ın Braşov’a çağrılmasıyla yapılmış. 14-15. yüzyıllarda ortaya bu güzel şehir merkezi yani “citadel” çıkmış. Hala sokak isimlerinin Almanca olduğunu fark ettiğiniz citadel sokaklarında gezinmek dışında belli başlı 3 yeri ziyaret ediyoruz. Birincisi tam meydanın merkezinde yer alan, şimdi tarih müzesi ama zamanındayse yönetimle ilgili pek çok farklı amaca hizmet etmiş saatli bina, ikincisi hemen çaprazda kalan Siyah Kilise (Black Church), üçüncüsü ise Avrupa’nın en dar 3. sokağı olan Rope Street.

Saatli bina dediğim üzere 1420’den bu yana bir sürü iş için kullanılmış emektar bir bina. Üzerinde görmüş olduğunuz kral tacı ve köklerden oluşan sembol ise Braşov’un simgesi, gerçekten pek çok yerde daha karşınıza çıkıyor. Bu sembol aslında gücü simgelediği için değil citadel harita üzerinde kral tacına benzediği için ortaya çıkmış. Siyah Kilise’ye geçiyoruz oradan. Eskiden ismi farklı olan bu devasa kilise büyük bir yangından sonra Siyah Kilise adıyla anılmaya başlamış. İçinde nadide bir halı koleksiyonu, Avrupa’nın en büyüklerinden sayılan bir zil ve kilise organı bulunuyor. Bu kilisenin efsanelerinden biri de içindeki Meryem Ana resmi ile ilgili, efsaneye göre yangından sonra Meryem Ana’nın resimdeki mavi elbisesi siyaha dönerken yüzü bembeyaz kalmış. Allah’ın işi işte.

Rope Street Cafe’ye Karaköy rüzgarları esiyor

Kiliseden çıktıktan sonra kilisenin arkasında kalan Honterus isimli kişinin heykelini görüyoruz. Vakti zamanında Katolik kurulan bu kiliseyi Reform dönemi sonrası Lutheran inancına döndüren, ayrıca matbaayı ve hemen kilisenin arkasında kalan Alman ekolüne sahip bir lise ve anaokulunu ilk kez şehre getiren bir zatmış kendileri. Lise ve anaokulu arasından yürüyüp Rope Street’e varıyoruz. Bu sokak bir insanın ancak geçecebileceği kadar daracık ve elbette hiçbir eve adres olan bir sokak değil. Zamanında itfaiyeciler sokaklar arasında kolay hareket edebilsin diye yapılmış, haritada ismi olan sokaklardan biri. Oldukça buz tutmuş sokakta duvarlara tutuna tutuna ilerleyerek biraz ısınmak adına Rope Street Cafe’ye giriyoruz.

Rope Street Cafe, surların dışına yapılacak görece uzun yolculuk öncesi çorap ısıtmak için ideal bir durak

Citadel inşaa edildikten sonra elbette bir surla çevrelenmiş. Zamanla bu surun dışına Rumen yerleşimleri kuruldukça gün içinde citadel’e çalışmaya gelse de gece Rumenlerin kesinlikle citadel dışına çıkması gerekiyormuş. İşte Rope Street Cafe’den çıkıp bu surların günümüzde ayakta kalan büyük bir kapısına gidiyoruz. Tabii günümüzde böyle ayrımlar yok; ama Rumen tarafına geçince şehrin Alman tarafındaki görsel zenginlikle büyük fark olduğunu kolayca seçebiliyorsunuz.

Şehrin Rumen tarafını keşfetmek için yürüyoruz biraz, o sırada Simona ile sohbet ediyoruz. Çok sevdiğim free walking tour’ların Avrupa şehirleri arasında da bir birlikleri olduğunu söylüyor bana. Sonra, bu turları ilk başlatan kişinin artık bir şirket kurduğunu da öğreniyorum ondan, ancak para kazanmak için turlarına zorunlu bir “minimum bağış” getiren bu zatı Simona da ben de kınıyoruz 😀 Braşovlu Simona şehrini çok sevdiğini söylüyor mezun olduğu lisenin önünden geçerken. Sonra Rumen bölümdeki Ortodoks kilisesine geliyoruz. Burada şimdi müzeye çevrilmiş, şehrin Rumen bölümündeki ilk okulu da ziyaret ediyoruz. Stajyer tur rehberimiz pek bir esprili dille anlatıyor bu okulu. Vakti zamanında üniversite dengi bu okulda 6 ay okuyup öğretmen, 9 ay okuyup rahip olabiliyormuşuz. “Çok efektif,” diyor genç tur rehberimiz, “içimdeki öğrenciye sorarsanız şimdi senelerce okuyup hiçbir şey olamıyoruz.” Burada şehrin eski matbaa sistemini, zamanında 7 kilo çeken incili de anlatıyor bize. Komünist döneminde şaşılacak bir şekilde şehrin dini eserleri yok edilmemiş, tam tersine korunmuş. Şehrin Rumen bölümünde aynı zamanda yaklaşık 60 tane küçük şapel bulunuyor, bunlardan biri de tam karşıdaki dağın tepesinde. Simona, bunun hem Lutheran hem Katoliklerin bulunduğu bir şehirde Ortodoks Rumenlerin manifestosu olarak o dağın tepesine dikildiğini söylüyor. Hemen her sokak başında bir şapel olmasının anlamı ise, “ne yola saparsan sap mutlaka Tanrı’ya ulaşırsın.” Şehrin Rumen bölümü de citadel kadar çok şey vaat ediyor 🙂

“Soğuk bize vız gelir tırıs gider” gibi çek

Sonra hemen kilisenin önünde kalan meydana gidiyoruz. Romanya’nın birleşmesini simgeliyormuş bu meydan. Senede bir büyük bir şenlik düzenleniyormuş. Simona bize bu şenliklerde yapılan danslardan birini gösteriyor kısaca. Biz de onun bu şirin dansını hemen alıp bağrımıza basarak bizde de çok benzeri olduğunu söylüyor, beş kişi bir araya gelip meydanda damat halayı çekiyoruz 😀 Simona gülerek hodri meydan diyor bize, bu sefer genç stajyer ile birlikte eşli oynanan bir halk danslarını gösteriyor. Buz kesen soğukta, Braşov’un karlar içindeki bir meydanında karşılıklı folklör oynayan bir grup genç olarak hava kararmaya yüz tutmuşken barış içinde, hatta kahkahalarla bitiriyoruz bu meydan okumayı. Bu samimi, özel ve dolu dolu tura gönlümüzden kopan bağışları bırakıp Simona’ya veda ederek hostelimizin tavsiye ettiği bir yerde akşam yemeği yemek üzere citadele geri dönüyoruz.

Şehrin yeme içme bölümünü 5 Harika Mekanla Romanya’nın İncisi Braşov yazıma bıraktığım için akşamımızın hostele kadarki bölümü olduğu gibi atlıyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim ki citadel içinde her yer birbirine çok yakın. Simona ile ayrıldığımız yerden citadele yürümek çok uzun sürmüyor; seçtiğimiz restoran, sonrasında gittiğimiz salaş birahane, hostelimiz… Bunların hepsi o soğukta bile çok kolay yürünen mesafeler. Bu minicik şehirde yine de 24 saat açık marketler, fast food dükkanları bulmak mümkün, bir tanesi tam bizim hostelimizin yolunun üzerinde hatta. Gece yol yorgunluğunu da tam atamadığımız için 11 gibi hostelimize dönüyoruz. Yolda buzlu asfalttan mütevellit küçük bir araba kazası görüyoruz, hostelimizin olduğu sakin sokaktaki müstakil evlerden çıkan dumanı izliyoruz, hostelimizin dış kapısının ziline basıp bahçeden dolana dolana binaya giriyoruz… Evimiz tadında bir tatilin ilk günü böylece bitiyor.

  İkinci günün sabahı Bran’a gitmekle başladığı için burayı olduğu gibi Karlar Altında Transilvanya: Bran Castle başlıklı yazıda anlatacağım. Braşov’da ikinci günümüz 16.30 gibi otobüs garına gelmemizle başlıyor. Sıcak otobüsten çıkınca hepimiz afallıyoruz biraz, bu soğukta kim otobüs bekleyecek deyip sadece 7 lei ödeyerek tarihi meydana taksiyle gidiyoruz. Oradan hostelimize yürümeyi seçiyoruz çünkü hepimizin canı yolda bir büfeden kürtös ziyafeti çekmek istiyor. Kürtös aslında bir Macar yiyeceği ancak Romanya’da da oldukça popüler. Kocaman, tatlı, içi boş ve gevrek bir ekmek hayal edin. Tam olarak böyle görünen kürtösün tadı anlatılmaz, yaşanır arkadaşlar. Şiddetle tavsiye edilir.

Aralarından vişneli olanı en çok beğenmekle birlikte arkadaşımdan tattığım çikolata vanilya aromalı olanını daha şiddetle tavsiye ederim.

Ertesi akşamki Budapeşte yolculuğu için abur cubur almaya karar verip hostelimize giden caddenin tam köşesinde yer alan Star Alışveriş Merkezi’ne giriyoruz. Buranın süpermarketleri Türkiye’dekine çok benziyor, yani mandalinanın kilosu 5 Euro değil mesela. Sağa sola oyalanarak tabii ki bizi ilgilendiren bölüme, abur cuburlara geçiyoruz. Romanya’da çok değişik atıştırmalılar var, ben sabahları kruvasan yemeyi seven biri olarak binbir çeşit aromalı kruvasanlardan ikişer üçer tane alıyorum hemen. Bir de buranın romlu bir çikolatası varmış, adı da enteresan bir şekilde ROM. Ondan da bir tane ağabeyime alıyorum. Ayrıca Heidi marka çikolatalar arasında Himalya tuzlu bitter çikolata görüyorum ki ülkemizde artık satılmayan Lindt’in deniz tuzlu çikolatasından sonra büyük bir umutla doluyor içim. Son olarak Ülker’in kıtayı aşan ürünleri arasında elmalı Biskrem görüyorum bir tane. Bu ürün ülkemizde daha önce varmış ama kaldırılmış. Biskrem’in tadına baktığımda biraz hayalkırıklığına uğrasam da kruvasanlardan memnun kalıyorum 🙂

Neyse efendim, yurdumuza dönüp görece sıcak odamızda şöyle bir yataklara devriliyoruz. Kendime hostelimizin mutfağından bir çay koyup gayet başarılı bulduğum bitter çikolatayı deviriyorum kitap okurken. Sonra odanın ortasında toplaşıp gün içinde çektiğimiz fotoğraflara bakıyoruz, Beyza’nın 45 derece açılı fotoğraf anlayışıyla mest olup biraz kahkahayla karışık karın kası yapıyoruz. Yeterince enerji toplayınca güzel bir akşam yemeği ve biraz müzik için çıkıyoruz hostelden. Bir kez daha arkadaşlarımızla seyahat edebilme imkanına ve özgürlüğüne sahip olduğumuz için hayata güleryüzle kocaman teşekkür ederek.

Güzel insanlar, güzel şarap, güzel müzik

Bu akşamı da yine 5 Mekanla Romanya’nın İncisi Braşov postuna havale ediyorum. Geçmeden bir minik not, ilgili yazıda ballandıra ballandıra anlattığım caz barı o kadar beğendik ama o kadar beğendik ki… İstanbul’da buraya benzer bir mekan bilenleri bana herhangi bir yoldan ulaşmaya davet ediyorum bir an önce. Bu güzel akşamı 1’e doğru odama varıp sıcacık bir duşla bitiriyorum. Dışarısı soğuk ama çok soğukken hostelde dinlenmek, tembellik yapmak, sıcacık yatağa yatmak öyle bir tadından yenmiyor ki…

Braşov’un son gününe biraz zor uyanıyoruz. Bugün turist günü. Teleferikle tepeye çıkmayı, müzeleri gezmeyi, kiliseyi gezip hatıra hediye almayı hedefleyerek sabah hostel odamızı boşaltıp bavullarımızı hostelin bahçesindeki depoya bırakıyoruz.

Şehre tepeden bir bakış

İlk durağımız Tampa Tepesi’ne çıkan teleferik ! Efenim malumunuz, Braşov zaten dağın eteklerine kurulduğu için 7-24 efsane bir manzaraya sahip. Bunun bir de tepenin üstündeki versiyonunu merak ediyorsanız diye gidiş geliş ücreti sadece 16 Lei olan bir teleferik kurulmuş. Dağın eteklerinden kalkan teleferik sizi yukarı çıkarırken gittikçe küçülen güzel şehrin silüetini görüyorsunuz. Tam tepeye ulaştığınızdaysa bir tarafınız minyatür evlerle kurulmuş oyuncak bir şehir, diğer tarafınız ise ufku bulutlarla buluşan çam ağaçları ve bozkırlar oluyor. Biz çıktığımızdaysa bu manzaraya bir de kar eşlik ediyordu ki sormayın gitsin 😀

 

Braşov’u gören dağın tepesinde şu meşhur Hollywood yazısı gibi kocaman bir Braşov yazısı var. İndiğimiz yerde biraz oyalandıktan sonra o yazıyı görmek amacıyla ilerlemeye başlıyoruz. İşte macera orada başlıyor. Pek çok arkadaşımız ara tatilde bir kayak planı yapıp sormuştur katılır mıyız diye, onların tamamına gönül rahatlığıyla “biz de kayak yaptık.” diyebilirim 😀 Çıktığımız tepelerden inmesi bir yerden sonra kamera şakası halini almaya başlıyor. Yaklaşık bir yarım saat ve iki küçük tepe ile özetlenebilecek bu maceramızı Makif arkadaşımızın düştükten sonra kendini hayatın akışına bıraktığı efsane videosuyla özetlemek istiyorum, kendi instagram hesabından bakabilirsiniz : https://www.instagram.com/p/BPkv4DVliVj/?taken-by=makifn&hl=en

Tampa Tepesi’nin el değmemiş güzelliği

Bu uğraşlarımızdan sonra tepede daha çok ilerlemekten vazgeçiyoruz, zira turistlerin çoğu bizim gitmeye çalıştığımız yerden bize doğru gelince çok da hayra yormuyoruz bu akışı. Pek de güzel manzaraymış diyerek tekrar teleferik ile aşağı iniyoruz. Bana sorarsanız teleferiğe binilen yer bile öyle büyüleyici ki, bembeyaz bir yolun iki yanı boyunca yaprakları dökülmüş ağaçlar sıralanmış; köpeğiyle yürüyüşe çıkanından sabah sporu yapanına kadar beyazla kontrast oluşturan her renkten insanın geçtiği sakin bir yürüyüş yolu burası. Aşağı indikten sonra ilk durağımız Siyah Kilise oluyor. Öğrenciler için yalnızca 6 Lei olan mekana öğrenci kartımızı göstererek giriyoruz. Bu kilise, önceden gördüğüm Gotik kiliselere nazaran çok daha sade ama yine de Ortaçağ havasını kaybetmemiş nadir kiliselerden biri. İçerideki kilise organı söylendiği kadar büyüleyici gerçekten de. Mary’nin resmi ise kulağınızla duymasanız yangından kurtulan nadide bir eser olduğuna inanmayacağınız sadeliğiyle duvarda sizleri bekliyor.

Kiliseden sonraki durağımız sırasıyla meydanda köşede kalan turuncu bina yani Museum of Urban History ve tam olarak meydanın ortasında kalan tarih müzesi. Öğrenci kartı ile sırasıyla 2 ve 1.5 Lei ödeyerek girdiğimiz bu müzeler herhalde Avrupa’da ödediğim en düşük müze giriş ücreti. Turuncu bina, zamanında Braşov’un varlıklı bir tüccar ailesinin eviyken sonradan müzeye çevirilmiş. Burada, eski zamanlarda Braşov halkının yaşam tarzına dair fikir sahibi olabilirsiniz. Müzede, eskiden pazarda satılan malzemelerden tutun zamanın kıyafet ve şapka modasına kadar her şeyi bulmak mümkün. Alt katlarda eskiden dükkan olarak kiraya verilen bölmeleri gezip bu dükkanlarda satılan türlü türlü şeylere şaşıp kalıyorsunuz. Üst katta ise varlıklı bir ailenin çocuk odasının detaylarına, yeniden canlandırılmış bir terzi atölyesindeki yüz yıllık moda dergilerine, şipşak fotoğrafçıya model olan insanların çeşitliliğine hayran kalıyorsunuz. Bu müzeyi gerçekten şiddetle tavsiye ediyorum.

Güneş mi çıkmış? Öyleyse meydanı dolduralım.

Hemen sonra tarih müzesine sapıyor yolumuz, tarih müzesi gerçekten de Braşov’un kurulduğu zamandan Birinci Dünya Savaşı sonrasına uzanan bir zaman çizelgesinde şehrin sakinlerini anlatan bir müze. Her bir bölmenin farklı bir teması var, kimi bölmelerde zamanın doktorlarının kullandığı aletleri ve yazdıkları kitapları bulurken kimi bölmede savaşa katılan askerlerin kar ekipmanlarını ve üniformalarını buluyorsunuz. Dizayn olarak gittiğiniz en harika müzelerden biri olmasa da koleksiyon açısından başarılı bir müze. Özellikle tam müzeyi terk etmeden önce geçtiğiniz balkondan meydana şöyle bir bakış atıp bir de güzel günbatımı pozu çekmek, bizim için 1.5 Lei’ye fazlasyıla değiyor zaten 😀

 

Braşov’da son günümüzü yavaş yavaş bitiriyoruz. Buradan alınacak hediyelikler aslında hemen her yerde aklınıza geleceği kadar: magnetler, kartpostallar, anahtarlıklar… Republicii Caddesi boyunca dizilen birkaç hediyelik mağazaya girip göz atabilirsiniz. Bilhassa turuncu müzenin yanında yer alan Librarie Humanitarian mağazasına girmenizi öneriyorum, benim kırtasiyelere olan düşkünlüğümden de öte burada daha orijinal kartpostallar, kitap ayraçları, ilginç kitaplar bulmak mümkün. Öte yandan yine meydanın bir köşesinde bulunan tezgahlarda da kendi yaptığını iddia ettiği amcanın bilekliklerine de bir göz atabilirsiniz. Daha yolumuzun üzerinde Budapeşte de olduğu için çok ısrarcı olmuyoruz alışveriş konusunda. Bu güneşli pazar günü bir hayli kalabalık olan meydana ve havaya aldırmadan dışarıdaki masaları dolduran güleryüzlü insanlara bir selam edip dönüş yoluna düşüyoruz. Daha önce bira içmeye uğradığımız Beraria Ciucaş’ın merak ettiğimiz yiyecek menüsüne bir şans veriyoruz şehri terk etmeden. “Birlikte ne de güzel eğlendik” diyerek midelerimizi de oldukça sevindiren bir akşam yemeği yiyoruz.

Fakat Braşo’un simgesi, gerçekten pek bir hoş

Hostelden tren garına geldiğimiz gibi otobüsle dönmek için büfeler kapanmadan yine otobüs biletlerimizi alıyoruz, burada da Avrupa’nın geri kalanı gibi otobüse binmek için bilet okutup okumadığınızı kimse takip etmiyor ama arada görevliler otobüslere gelip biletleri kontrol ediyor. Yine de zaten çok seyrek otobüs kullandığımız bu şehirde sadece bir defa, vallahi o da zorunluluktan, biletsiz biniyoruz otobüse 😀 Hostelden otobüs durağına bir 5-10 dakikalık yürüyüş yapsak da anına otobüsü yakalıyor ve sadece 6 durak sonra iniyoruz. Yol boyu bizim yaşadığımız Old Town’a hiç benzemeyen, buram buram Komünist dönemin izlerini taşıyan, tek tip apartmanların boylu boyu dizildiği bölümlerinden geçiyoruz şehrin. Tam saat 8’de garda yerimizi alıyoruz. Gardaki ücretsiz internetten faydalanarak birkaç telefon konuşması, son birkaç mesaj veeee trendeyiz. Elveda güzel Braşov, ver elini Budapeşte!

Sevgiler
Bengüsu

 

 

You Might Also Like

No Comments / Yorum Bulunmuyor

Leave a Reply / Yorum Yazın

Show Buttons
Hide Buttons