Travel

Buda Sucks Pest Rocks ! Part 2

http://www.bengusuozcan.com/seyahat/budapestegezi/ yazısında başlayan Budapeşte’de neler yapılır, nerelere gidilir macerası bu yazıda devam ediyor.

Retro Langoş bir harika dostum! Bu arada yanına istediğiniz çay doğrudan şekerli geliyor, aman dikkat edin 😀

İkinci günün ilk durağı langoş !! Langoş, bizim pişinin daha büyük açılmış, ortasına da kaşar peyniri gibi çeşitli malzemelerin konduğu versiyonu. Bire bir bu yani, gerçekten. Fakat kahvaltı yerine geçen langoş, akşam yemeğine kadar acıkmayacağımızın sinyallerini veriyor 🙂 Beşiktaş’a bu kültürü getirsek tutar mı acaba muhabbetleriyle leziz langoşlarımızı mideye indirip House of Terror’a doğru yola çıkıyoruz. Burası Budapeşte’de en çok tavsiye edilen müze, hem Naziler hem de Sovyet Komünistleri tarafından karargah olarak kullanılan bina Macarların 20. Yüzyıl’da hep hüsranla biten özgürlük mücadelelerini anlatıyormuş. “Muş” diyorum çünkü maalesef müze bir aylık bir yenileme sürecinden ötürü kapalıydı.

Yine de müzenin önünde cadde boyu dizilmiş bilgilendirici panolar ve üstündeki fotoğraflarla tüm hikayeye dahil olmak mümkün oluyor.

 

Müzenin dışarıya bakan duvarlarında mücadele boyunca hayatını kaybedenlerin siyah beyaz fotoğrafları sıralanıyor.

 

İşte o tek komünist anıt

Buradan sonra rotamız Parlemento Binası yolu üzerinde kalan Szabadsag Meydanı. Bu meydan, hostelimizi işleten Trey’in favori mekanıymış, bizim de gerçekten çok hoşumuza gidiyor. Budapeştelilerin tarihi doğru yansıtmadığı şikayetiyle eleştirdiği bir heykel ve heykel önüne açılmış bir eleştiri sergisi karşılıyor bizi meydanda. Daha sonra karla kaplı geniş park alanını geçip şehirde ayakta kalan tek Komünist anıtına varıyoruz. Anıtın Amerikan Konsolosluğu’nun tam önünde olması hiç tesadüf değil tabii; hatta anıta doğru bakan bir Ronald Reagan heykeli olması da misillemenin böylesi dedirtiyor 😀 Bu meydan hem çok huzurlu hem de gerçekten tarih kokuyor. Bu meydanın gerçekten tarihle harmanlanmış bir albenisi var, kolayca bizim de favori mekanlarımızdan biri oluyor.

Bu meydanda huzur bulmak için bahane aramaya hiç gerek yok gerçekten de 🙂

 

Görkemin sözlük anlamı şeklinde dizayn edilmiş meclis binası

Meydandan sonra Parlemento Binası’na geçiyoruz. Burası muhtemelen dünya üzerindeki en görkemli parlemento binası. Zira araştırmalara göre buraya harcanan para ile binlerce kişinin yaşayabileceği hastanesi, okulu, her bir şeyi olan bir kasaba kurmak mümkünmüş. Dışı seni, içi beni yakar diyerek binayı gezmek üzere bir tur bileti alıyoruz. Gerçekten de değiyor bu kararmıza, yapımında 40 kg altın tozu kullanılan kaplamalı koridorları ve salonları geçerek kutsal Macar tacını, ardından da günümüzde de kullanılan meclis toplantı salonunu geziyoruz. Macar çocuklar için milletvekili olmayı istemek işten bile değil, burası her çocuğun hayallerini süsleyecek bir iş yeri zira.
Meclisten çıkıp otobüse atlıyor ve geçtiğimiz gece sokak sokak gezemediğimiz Buda tarafına gidiyoruz. Önce Buda Kalesi’ni ziyaret ediyoruz, daha doğrusu görkemli avlusunda ve girişinde geziniyoruz. Gece gece ışıkları çok cazibeli olan kaleden sonra yine Matyas Kilisesi’ni geçiyor, bir “saat başı çanı” seremonisine denk gelip rastgele sokaklara girmeye başlıyoruz. Daha akşam 6 civarı bile epey tenha geliyor sokaklar bize. Fakat ne olduğuna dair fikrimiz olmayan birbirinden güzel binalara rastlıyoruz adım başı. Buda sanki biraz daha hali vakti yerinde, sakin bir hayat yaşamak isteyenlerin mekanı; Pest ise şehrin kalbinin attığı yermiş gibi bir izlenime kapılıyorum. Hong Kong’da exchange sırasında tanıştığım arkadaşlarımdan Roland ile buluşuyoruz benim bu çıkarımı yapmamdan bir gün sonra, “Buda is living, Pest is life.” diyerek bu tezimi doğruluyor adeta.

Bu güzel kütüphanede utanma sıkılma olmadan bir fotoğraf çekinilir

 

Bu günün akşamında herkes biraz dinlenmeye çekiliyor. Ben yeni bir temaya taktım kafayı, gittiğim şehirlerin güzel kütüphanelerini ziyaret ediyorum. Tesadüfe bakın ki listemin bir numarası hemen bizim hostelin bir alt sokağında çıkıyor. Ervan Szabo Metrolopolitan Library, giriş fiyatı oldukça makul ve tam kapandığı saat olan 8’e yarım saat kala girsek de epey kalabalık yakaladığımız bir kütüphane. İlk katları oldukça modern iken üst katında özel bir bölüme giriyorsunuz. Yüksek tavanlı, kocaman avizelerle süslenmiş görkemli bir çalışma odası ve loş, eski tahta dolaplarla dekore edilmiş okuma odaları karşılıyor sizi burada. “İnsanın burada ders çalışası gelmez mi be” dedirten bölüm kullanıma açık, zira etrafta harıl harıl çalışan epey ablamız, abimiz var.

Buradan çıkıp hostele dönerek arkadaşlarımızla buluşuyoruz. Akşam yemeği için yine tavsiye ile seçtiğimiz Yahudi mutfağı restoranı Koleves’e gidiyoruz. Burası fiyatlar açısından bir tık pahalı, hani adeta Cadde’ye yemeğe gitmişsiniz gibi. Ancak atmosferi ve neşeli insanları sevip kalmaya karar veriyoruz.

YUM !

Ben “sweet-chili chicken legs” söylüyorum, gecenin özel yemeği olarak. Asya’da tatlı-ekşi sosun dibine vurmuş olsam da gerçekten uzun zamandır bu kadar başarılı bir yemek tatmamıştım, tavuk kanatlarını ve butlarını afiyetle götürüyorum. Herkes farklı farklı yemekler söylüyor, dana dilinden tutun ördek ciğerine kadar. BA YI LI YO RUZ.
Midemiz keyiflenince biz de keyifleniyoruz epey. Zaten Jewish District’e oldukça yakın olan mekandan kalkıp Fogashaz isimli gece kulübüne girmek istiyoruz. Fakat burası yalnızca Perşembe-Cuma-Cumartesi açıkmış ya da belki kışın öyle. Amaan deyip Szimpla’nın yolunu tutuyoruz. Geç saatlere kadar kalabalığa uyup dans ediyoruz Szimpla’da.

Ertesi sabah arkadaşımız grubumuz ilk kez ikiye ayrılıyor. Arkadaşlarım Buda tarafında elinde palmiye yaprağı tutan heykele gitmek istiyor, ben ise hemen yakınımızdaki Museum of Applied Art isimli müzeye. Bu müzenin binasını fotoğraflardan görüp çok beğenmiştim, gerçekten içi de çok hoşuma gidiyor. Sergi de oldukça değişik, bin yılı aşkın bir zaman zarfından toplanmış dekoratif eşyalar görüyor, gözünüzü bayram ettiriyorsunuz.

Adeta kendisi bir sanat eseri olan Museum of Applied Art

Pest’te kalmamın bir sebebi de arkadaşım Roland’la buluşacak olmam. Corvinus University’ye gidiyor Roland, bitirme tezi için gece gündüz kütüphanede olduğundan bir öğle yemeği yemeye karar veriyoruz. Beni Cafe Intenzo’ya götürüyor, ikimiz de son sınıf olmaktan ve gelecek endişelerinden dem vuruyoruz. Sonra Roland beni hemen Szabadsag Köprüsü dibindeki okullarına götürüyor. Burası ülkenin en iyi business okulu imiş, zira epey eski binası zaten okulun ne kadar köklü olduğunu gösteriyor. Bu güzel binanın içinde, binanın eşliliği ile kontrast oluşturan modern amfileri geziyor, sonra da üniversitenin kütüphanesine gidiyoruz. Gerçekten ilginç detayları olan bu modern kütüphaneyi de gezip Roland’a veda ediyor ve bizimkilere katılmak üzere ortada belirlediğimiz bir noktaya doğru yola çıkıyorum.

Romanya yazımı okuduysanız, aslen Macar mutfağındaki sokak atıştırmalığı Kürtös’e bayıldığımı bilirsiniz. Buranın sokaklarında da birer kürtös yiyip şehrin görece uzak bir köşesine yollanıyoruz. Burası yine Budapeşte’nin ikonik yerleirden biri olan Heroes Meydanı. Budapeşte’nin gelmiş geçmiş tüm krallarının heykellerinin olduğu meydan oldukça görkemli duruyor. Öyle ki orada denk geldiğimiz bir Türk amca “yahu bu şehirde her yer tarihi eser.” diyerek zihin yorgunluğundan şikayet ediyor 😀

We are the true heroes here.

Şehrin bu köşesine gelmemizin nedeni, günü Szchenyi Bath’te tamamlayacak olmamız. Heroes Meydanı’nda artistik bisiklet şovu yapan abiyi biraz izleyip hemen devamındaki Vajdahunyad Kalesi’ni geziyoruz dışarıdan. Burası gerçekten çok görkemli bir yer, zira “burası benim olsa dakika durmaz yerleşirim Budapeşte’ye” diye bir yorum geliyor benden. Szhenyi Bath’in çok yakınında olan kaleye göz koyarak ne kadar akıllıca bir seçim yapmışım, günün devamında fark ediyorum.
Budapeşte bilhassa Osmanlı esintilerinden nem kapıp termal sularını değerlendirmeye karar veren akıllı bir şehir. Şehrin çeşitli yerlerinde üstü açık, kapalı termal havuzlar bulmak mümkün. Bazılarının kadın-erkek günleri de var hatta; ancak biz tavsiye üzerine şehrin en büyük açık termal havuzu olan Szchenyi Bath’e gidiyoruz. Buranın fiyatı biraz tuzlu, kişi başı yaklaşık 50 TL veriyoruz. Ancak her kuruşuna değermiş, dinleyin dinleyin!
Buraya gelirken içinizden bikini giyebilirsiniz, zira soyunma kabini almak için ayrı ücret vermeniz gerekiyor. Onun dışında havlu, terlik yeterli. Güneş kremi mi? Dışarısı eksi derecelerdeyken gerek olmuyor 😀 KEndimize ait kilitli dolaplara eşyalarımızı yerleştirip kıyafetlerimizi değiştiriyoruz. Sonra kadınların koridoru ile erkeklerin koridorunun birleştiği çıkış kapısındaki pencerelere dayanıp banklardan havuza ulaşana kadar soğuktan ne yapacağını şaşıran insanları gözlüyoruz. Görevimiz açık, bikini ile yaklaşık yirmi metre ötedeki bankların üzerine havluyu bırakıp birkaç metre ötedeki termal havuza kendimizi atmak. Tabii bunu -1 ile -5 arasında değişen havada yapmak 😀 Bir deli cesaretiyle düşünmeden dışarı çıkıp koşmaya başlıyorum. Ama o bileklerimin termal suyla buluştuğu an… Tam olarak tüm tatilin en güzel saatleri başlıyor.

Bu da artistik olmasına uğraştığım bir fotoğraf

Dışarısı buz gibiyken termal havuza girme keyfi gerçekten anlatılmaz, anlatılamaz bir şey. Oldukça geniş havuzun her noktasında ayaklarım yere değiyor (boyum 1.58 😀 ) o yüzden burası tam bir keyif çatma havuzu. Bir de havuzun tam ortasında yuvarlak bir bölme yapılmış, bu bölmede arada bir suya yuvarlak dalgalar veriliyor. Yani şöyle, kendinizi o bölmeye atıyorsunuz, sonra bırakıyorsunzu suya, dönüyorsunuz Allah Allah dönüyorsunuz. Tabii bunu yirmi insan arka arkaya dizilmiş yapıyorsunuz. Gerçekten hayatımda bu kadar saçma ve keyifli bir başka şey yaptığımı hatırlamıyorum 😀
Hava kararıyor, iki saati aşıyor havuz keyfimiz. Artık bağımlılık yapmadan çıkmak lazım. Burası en zor kısmı, zira 28 derecenin kollarından -1’e bırakmak gerekiyor kendimizi. Beni adeta kazıya kazıya çıkarıyor arkadaşlarım havuzdan. Binaya koşup hızlı hızlı giyinmeye koyuluyoruz. Öyle bir mayhoşluk var ki üzerimizde, bir hafta geçmeyecek gibi 🙂
Duşları kapalı olmadığı için teferruatlı bir banyo yapmak adına hostele dönüyoruz. Temizlenip paklanıp ne muazzam bir gün olduğundan çene çalıyoruz ki nazar değiyor tatilimize…Normalde ertesi günü herkes için serbest gün ilan etmiş, bir sonraki gün de uçağımıza atlayıp gidecekken İstanbul’daki hava şartları nedeniyle uçağın iptal olduğunu öğreniyoruz.

“Ya son gün köprülere bir daha geliriz foto çekinmeye yaaa” diyerek çektiğimiz fotoğraflar kıymete bindi tabii

Çoktan dışarı çıkmışız, akşam yemeğimizi yiyip bir yandan ne yapsak diye konuşuyoruz. Bir sonraki güne kalmak içimize sinmiyor, zira işlerimiz güçlerimiz var. Son günün de muazzam geçmesinden güç alarak tatili zirvede bırakalım diyor, biletimizi bir gün erkene yani hemen sonraki sabaha çekiyoruz.
Budapeşte’deki son gecemizde buluyoruz kendimizi, hazırlıksız. Sonra hemen aklımızı başımıza devşirip en yakın marketten şişe şişe palinka ve şarap alıyoruz 😀 Ardından hep “bir akşam gidelim” deyip durduğumuz, hostelimizin köşesindeki “sörözö”ye gitmeye karar veriyoruz. Sörözö, yine birahane gibi oldukça salaş ve içkinin çok ucuz olduğu barlara verilen isim. İçerideki tipler tam hikayelik; üstü üniformalı bir amca, hararetli hararetli konuşan genç bir çift, deri montları yaşlarını gizleyemeyen orta yaşlı iki adam… Burada Kozel’e sadece 6 TL para vermenin de keyfiyle gece 2’ye kadar muhabbet ediyoruz. “Güzel tatildi; fakat iyi de tatildi” teması eşliğinde sohbet ediyoruz.

 

Great Market Hall’da başlayan gezi, Great Market Hall’da bitiyor 😀

Son gün saat 9 gibi yola çıkmamız gerek hostelden, zira havalimanı için önce metroya binip sonra bir otobüs aktarması yapmak gerekiyor, 1 saat sürecek bir yol. Grand Market Hall’un sabah 8’de açılıyor olmasına güvenip bir umut hediyelik eşya almaya gidiyoruz. Tahmin ettiğimiz üzere alt kattaki meyve sebzeciler açık oluyor bir tek. Hediyelik eşya mağazaları 9’da açılıyormuş genelde, ancak şansımıza iki tane açık buluyoruz. Güzel magnetler ve şallar alıyoruz elimizde kalan son forintlerle. Bir de lezzetli kahvaltı yapıyoruz, arkadaşım langoş yiyor, ben de kaşık kaşık Nutella ile bir kalori bombasına dönmüş incecik lezzetli bir krep gömüyorum 😀
İşte efenim, Budapeşte gezisinin sonu… Pegasus bankosu epey kalabalık, zira pek çok insan biletini erkene çekmiş olmaktan konuşuyor. Havalimanında iki adet kartpostalımı gönderip Budapeşte’ye veda busesi gönderiyorum. Bir daha gelirsem, hedefim sabahtan akşama kadar termal havuzda keyif çatıp akşam da Jewish Quarter’da takılmak 😀

You Might Also Like

No Comments / Yorum Bulunmuyor

Leave a Reply / Yorum Yazın

Show Buttons
Hide Buttons